27 Aralık 2008 Cumartesi

Akciğer Kanseri

Kanserler genellikle ilk ortaya çıktığı dokuya göre adlandırılır. Akciğer kanseri ilk önce akciğerde başlar. Küçük hücreli akciğer kanseri akciğer dokularında kanser (habis, kötü huylu) hücrelerinin bulunduğu bir hastalıktır. Akciğerler göğüs boşluğumuzun büyük kısmını dolduran koni şeklinde, süngerimsi yapıda bir çift organdır.

Akciğerlerin başlıca görevi, vücut hücrelerinin artık maddesi olan karbondioksiti vücuttan atmak ve yaşam için temel gereksinim olan oksijeni vücuda almaktır. Akciğerler başlıca “bronş” denen hava içeren tüplerden, “alveol” denen hava keseciklerinden, kan ve akkan (lenf sıvısı) damarlarından oluşmuştur.

Hücrelerin mikroskop altındaki görüntülerine dayanarak başlıca iki tip akciğer kanseri vardır: küçük hücreli akciğer kanseri ve küçük hücreli olmayan akciğer kanseri

Bu Konu İle Alakalı Diğer Başlıklar

Akciğer Kanseri Ne Kadar Sıklıkta Ortaya Çıkar

Akciğer Kanserinin Nedenleri, Risk Faktörleri Nelerdir

Akciğer Kanseri ve Kadın

Küçük Hücreli Akciğer Kanseri Ne Sıklıkta Ortaya Çıkar

Küçük Hücreli Akciğer Kanserinin Belirtileri Nelerdir

Küçük Hücreli Akciğer Kanserinde Evrelerin Açıklanması

Küçük Hücreli Akciğer Kanserinde Tedavi Seçenekleri

Sınırlı Evre Küçük Hücreli Akciğer Kanseri

Yaygın Evre Küçük Hücreli Akciğer Kanseri

Nüks Küçük Hücreli Akciğer Kanseri

23 Aralık 2008 Salı

Pasif içicinin kanser riski yüzde 40 artıyor

Hacettepe Üniversitesi İç Hastalıkları ve Medikal Onkoloji, Kanser Epidemiyolojisi Bilim Uzmanı Prof. Dr. İsmail Çelik, ''Çevresel tütün dumanına maruz kalmanın, sigara içmeyenlerde akciğer kanserini yüzde 30-40 artırdığını'' belirtti.

Sigara kullanmayanların da özellikle evlerde ve iş yerlerinde tütün dumanına maruz kaldıklarına dikkati çeken Çelik, ''Sigara, evlerin balkonlarında, mutfaklarında, halka açık mekanlarda ve özel taşıtlarda da içildiği sürece pasif içiciler risk altındadır'' dedi.AA

Meme kanserinde hayat kurtaran formül

Amerikan Hastanesi Kadın Sağlığı Ünitesi uzmanlarından ve www.tupbebek.com sitesi medikal direktörü Dr. Senai AKSOY meme kanseri konusunda en önemli kriterlerin, evde kendi kendine muayene yapmak, düzenli aralıklarla doktor kontrolünden geçmek ve hastalığı zamanında teşhis etmek olduğunu söylüyor.

Her 10 kadından birinde görülen meme kanseri, rutin kontroller sayesinde zamanında tespit edilerek tedavisi yapılabiliyor. Meme etrafındaki dokuya giren ve tüm dokuya yayılan hastalık, vücudun diğer kısımlarına da sıçrayarak yeni tümörler oluşturuyor. Dr. Senai AKSOY, meme kanseri tedavisinin diğer kanser türlerine göre daha kolay olduğunu belirtiyor ve erken teşhisin önemine dikkat çekiyor. Hastalığın erken dönemde teşhis edilebilmesi için de, tarama programlarına girmek ve hastalığın nasıl takip edileceğini öğrenmek gerekiyor.

Her kadının düzenli olarak en az yılda bir jinekolojik muayeneden geçmesi gerektiğini belirten Dr. AKSOY, özellikle 35 - 40 yaş arasındaki kadınlara, hiçbir şikayetleri olmasa da mutlaka mamografi veya ultrason çektirmelerini tavsiye ediyor.

En büyük belirti kitle
Meme kanserine maruz kalmak istemeyen kadınların 30 yaşından sonra 40 yaşına kadar üç yılda bir doktor muayenesinden geçmeleri ve her ay evde kendi kendilerini muayene etmeleri gerekiyor. Kendi kendine muayene için en uygun zaman, göğüslerin en yumuşak olduğu, adet kanamasının bitiminden sonraki 3 - 7. günler arasındaki dönemdir. 40 - 50 yaş arasındaki hastalara, ailevi özelliklerine göre yılda bir ya da iki yılda bir mamografi çektirmeleri tavsiye ediliyor. 50 yaşından sonra ise rutin mamografi ve doktor kontrollerinin başlaması gerekiyor.
Ağrı şikayetiyle doktora başvuran hastaların sayısı çok az. Meme kanserinin en büyük belirtisi, meme çevresinde ortaya çıkan kitle. Kadınların çoğu memelerinde fark ettikleri bir kitle üzerine doktora başvuruyorlar. Bunun dışında akıntı, meme başından sıvı veya kan gelmesi, meme başında portakal kabuğu görünümünde içe çekilme veya iyileşmeyen yaralar, diğer bulgular arasında yer alıyor. Elle muayenede anlaşılmayan ve var olan kitleler mamografi ile tespit ediliyor. Dr. Senai AKSOY 'a göre hastalığın erken dönemde tespit edilmesi, tedavi şansını yükseltiyor. Evresi ilerleyen meme kanserinde ise pek yapılacak bir şey kalmıyor.

Hastalığın nedeni nedir?
Meme kanserinin aslında belirli bir nedeni yok. Bu hastalıkta ailesel faktörler çok önemli. Eğer ailenizde, annenizde, kız kardeşinizde veya teyze, hala gibi birinci dereceden akrabalarınız arasında meme kanserine yakalanmış kişiler bulunuyorsa, daha dikkatli olmanız ve rutin kontrolleri artırmanız gerekiyor. Günümüzde meme kanserine yol açan genin varlığı bazı özel testlerle tespit edilebiliyor. Halen oldukça pahalı olan bu test bazı özel merkezlerde yapılabiliyor. Çıkan sonuca göre meme dokusunun alınarak silikon konulması, yumurtalıkların alınması gibi önlemler isteğe bağlı olarak yapılabiliyor.

Meme kanseri sağlıklı beslenmeyle önlenemese de, yapılan bazı araştırmalar bir takım etkenlerin meme kanseri riskini belli oranda artırdığını gösteriyor. Örneğin sigara, yüksek miktarda yağ ve alkol tüketimi hastalığın riskini artırırken, lifli gıdalarla beslenmek ve hayvansal yağ yerine bitkisel yağ kullanmak, riski belli bir oranda düşürüyor. Ayrıca bazı araştırmalar, doğum kontrol haplarının da meme kanserini azalttığını gösteriyor.

Meme kanserin de tedavi şekli olarak cerrahi tedavi, ilaç tedavisi yani kemoterapi veya radyasyon ışın tedavisi uygulanıyor. Yapılan kontroller doğrultusunda, üçü birlikte kombine edilerek de tedavi başarıyla uygulanabiliyor.

Kendi kendine muayene nasıl yapılır?
Düzenli doktor kontrollerinin dışında, her ay kendi kendinize yapabileceğiniz muayeneyle de meme kanserini erken teşhis edebilirsiniz. Dr. Senai AKSOY size adım adım evde muayeneyi anlatıyor:

• Ayakta durarak aynanın karşısına geçin ve kollarınızı serbest bırakın. Şimdi her iki memenizde, daha önce fark etmediğiniz bir değişiklik olup olmadığını tespit etmeye çalışın. İki memeniz de aynı büyüklükte mi, meme başında şişlik, kırışıklık, kızarıklık veya çekilme var mı diye kontrol edin.

• İki elinizi de başınızın arkasında birleştirin ve dirseklerinizi arkaya doğru açın. Bir farklılık olup olmadığını tespit etmeye çalışın.

• Şimdi iki elinizi de belinize koyun ve omuzlarınızı hafifçe öne eğin. Tekrar bir farklılık olup olmadığına bakın.

• Yavaşça ve yumuşak bir şekilde meme başlarınızı sıkarak, herhangi bir akıntı olup olmadığını kontrol edin.

• Bir kolunuzu yukarı kaldırın ve diğer elinizin işaret, orta ve yüzük parmaklarını bitişik tutarak cildinize hafifçe bastırın. Parmaklarınızın iç yüzeylerini kullanarak meme ve koltuk altı bölgesini kontrol edin. Bir kitle veya sertlik olup olmadığını tespit etmeye çalışın.

• Koltukaltından başlayarak, memenin dışından büyük bir daire çizin. Daireleri küçülterek meme başına doğru tüm bölgeyi muayene edin.

• Koltukaltınızdan başlayarak, parmaklarınızı yukarı ve aşağıya doğru hareket ettirin. Hareket esnasında memenin alt sınırına kadar gelmeye özen gösterin.

• Meme dış sınırlarından meme başına doğru parmaklarınızı yıldız şeklinde hareket ettirerek tüm meme dokusunu kontrol edin. En son koltukaltını tekrar kontrol ettikten sonra aynı işlemleri diğer memeniz için de uygulayın.

• Beşinci şıkta uyguladığınız muayene yöntemini yatar durumda tekrar edin. Muayene ettiğiniz tarafın omuz altına ince bir yastık yerleştirerek, muayenenin daha etkili olmasını sağlayabilirsiniz

Kanserde Doğru Bilinen Yanlışlar

Ceviz tüketilmesi kanser ve kalp hastalarına iyi geldiği yönündeki bilgiler her zaman geçerli olmamaktadır. Şişmanlık kanseri arttıran bir etmendir.

- Zararsız olduğu, kolesterol içermediği söylenen yağlı gıdaların (zeytinyağı veya kuru yemiş de dahil) çok miktarda alınmasının obeziteye yol açabileceği unutulmamalıdır.

- Hiçbir bitki karışımı ya da vitamin kapsülü takviyesinin, bilimsel olarak kanserden koruyucu etkisi saptanmamıştır, bunlar asla doğal besinlerin yerini tutamamaktadır.

- Kanser hastalarına bolca soya ürünü tüketilmesi yönündeki tavsiyeler doğru değildir. Çünkü, soyanın içindeki östrojen hormonuna benzer etkideki maddeler, yüksek dozda alındığında östrojene bağlı gelişebilen meme ve endometrium (yumurtalık ve rahim) kanserlerine yol açabilir.

- Havucun içinde de bulunan beta-karoten maddesinin fazla alınması, sigara bağımlılarında akciğer kanseri riskini arttırabilmektedir. Yapılan bir araştırmada, sigara içenlere beta-karoten tableti verildiğinde, ölüm oranlarının arttığı tespit edilmiştir. Bu havucun tüketilmemesi anlamı taşımaz aksine sigara içenlerin sigarayı bırakmaları daha yaşamsaldır. Havuç günlük gıda alımı içinde taze olarak yenilebilir.

- Antioksidan özelliği olan domates, brokoli ve lahana gibi gıdaların tüketilmesinin kanserden koruduğuna dair veriler yeterli değildir.

- Aspartam ve sakarin gibi yapay tatlandırıcıların kansere neden olduğu bilgisi ispatlanmamıştır.

- Genetiği değiştirilmiş gıdaların, kanser riskini artırdığına dair bilimsel bir bulgu yoktur.

- Fazla kırmızı et tüketiminin doğrudan kansere etkisi vardır.

- Kahve tüketiminin kansere neden olduğu ve yeşil çayın kanserden koruduğuna dair bilimsel bir bulgu yoktur.

- Hazır gıdalardaki katkı maddelerinin, uygun oranlarda kaldığı takdirde kanser yapıcı etkisi mevcut değildir.

- Cep telefonlarının kanser yaptığına dair bir bulgu yoktur.

Kanserden korunmanın formülü

Kanserden korunmak için “Ölümsüzlük mantarı, köpek balığı kıkırdağı, onlarca değişik vitamin” ve daha neler neler öneriliyor. Bu yanlış bilgiler fısıltı gazetesiyle daha da yayılıyor, efsaneleşiyor. Aslında hepsi birer hurafe olan bu yanlış bilgiler, sadece birilerinin ceplerini doldurmaya yarıyor. Oysa kanserden korunmanın yolu çok basit. Uzmanlar “Canın ne çekiyorsa onu ye ama onu almaya mutlaka yürüyerek git” diyerek kanserden korunmanın birinci yolunun hareket olduğuna dikkat çekiyor.


Türkiye ve Dünyanın önde gelen doktorları Antalya’daki 2. Prevantif Onkoloji Sempozyumu’nda, kanserden korunmanın yollarını tartıştılar. Kanserden korunma konusunda toplumun pek çok yanlış bilgilendirmeye maruz kaldığını söyleyen Hacettepe Üniversitesi Medikal Onkoloji ABD Öğretim Üyesi ve Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı Başkanı Profesör Dr. İsmail Çelik, kanserden korunmak için geçerli yöntemi, ‘’Günde 5 porsiyon meyve ve sebze yiyin. Haftada 1’den fazla olmayacak şekilde kırmızı et, yağdan fakir, liften zengin gıdaları tüketin. Her gün fiziksel aktivite yapın’’ diye özetliyor.

BESİNİ İLACA ÇEVİRMEYİN

Çelik, besin maddelerini insanlara ilaç gibi önermenin yanlış olduğunu belirterek, her gün brokoli, böğürtlen veya domates salçası tüketilmesi gibi önerilere de itibar edilmemesi gerektiğine dikkat çekti. Kışın üretilen domatesi, içinde katkı maddesi olan hazır gıdaları veya dondurulmuş gıdaları yememe önerilerine de karşı çıkan Profesör Çelik, ‘’Besini ilaca çevirmeyin. Günlük hayatın içinde canınız ne çekiyorsa yiyin. Kışın domates yiyin ama onu satın almaya lütfen yürüyerek gidin’’ diye konuştu.

Profesör Dr. İsmail Çelik, kişilerin sigara içmeyerek, doğru beslenip şişmanlıktan kaçınarak kanserden korunabileceğini vurguladı.

Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doçent Dr. Mutlu Hayran ise kanserden korunma konusunda yanlış bilginin çok olmasının doğru bilgilerin kaybolmasına neden olduğunu kaydederek, ‘’Yatıp kalkıp sigarayı konuşalım.

İçinde 40 kanserojen madde olan sigarayı, dudaklarımızın arasına koyup akciğer gibi dışarıdan oksijen alıp kana veren bir dokuya, üstelik bir de ateşle güçlendirilmiş kanserojenler yolluyoruz’’ dedi.

Sempozyumun konuğu California Üniversitesi Öğretim Görevlisi Profesör Dr. Frank Meyskens, artık bazı kanser türlerinin önlenebilir olduğunu kaydederek, etken maddesi Raloxifene olan bir ilaç ile meme kanserine yakalanma riski yüksek olan kadınlar ile ikinci kez meme kanserine yakalanma riski olan kadınların yüzde 50 oranında korunabildiğini söyledi.

Meyskens, aspirin ve kalsiyumun kalın bağırsak kanserinin tetikleyicisi olan poliplerin oluşmasını engellemede yüzde 25 oranında etkili olduğunun görüldüğünü belirtirken, kadınlarda rahim ağzı kanserinden korunmada HPV aşısının önemine değindi.

19 Aralık 2008 Cuma

Akciğer kanserine karşı brokoli

Brokoli ve benzeri sebzelerin, sigara tiryakilerinin ve sigarayı bırakmış kişilerin akciğer kanserine yakalanma riskini azaltabileceği bildirildi.

ABD’deki Roswell Park Kanser Enstitüsü’nden Li Tang ve ekibinin sigara içenler ve sigara kullanıp bırakmış kişiler üzerinde yapılan araştırma, krusifer grubundan lahana, karnabahar, brüksel lahanası ve brokoliyi özellikle çiğ tüketenlerin akciğer kanserine yakalanma riskinin, tüketilen bu sebzelerin miktarı ve günde içilen sigara sayısına göre yüzde 20 ila 55 azaldığını gösterdi.

Bu sebzelerin koruyucu etkileri konusunda yapılan en kapsamlı araştırmanın başındaki Li, brokolinin bir ilaç olmadığını ancak sigarayı bırakamayan ya da kanser riskini azaltmak için hiçbir şey yapmayan kişiler için olumlu bir etkisi olduğunu belirtti. Li, sigarayı bırakanların bu sebzelerden daha fazla yarar sağladığını da vurguladı.

Bilimadamları, tiryakilerin akciğer kanserine yakalanma riskini azaltmalarının bu sebzeleri çiğ tüketmelerine bağlı olduğuna dikkati çektiler.

Genel olarak sebze ve meyve tüketmenin akciğer kanserine yakalanma riskini kesin olarak azalttığına ilişkin bir sonuç alınamadı.

Araştırma, Amerikan Kanser Araştırma Derneği’nin Washington’da düzenlenen 7. konferansında sunuldu.

Düzenli uyku ve spor kanser riskini azaltıyor

Düzenli uyku ve spor, kadınlarda kanser riskini azaltıyor. Sporun meme ve kalın bağırsak kanseri de dahil olmak üzere tüm kanser türlerine yakalanma riskini azalttığı ancak az uyumanın hormonlar ve metabolizma üzerinde ters etki yapabileceği belirlendi.

ABD’de yapılan araştırma, spor yapmanın kadınlarda kanser riskini büyük ölçüde azalttığını ancak az uykunun sporun faydalarını yok edebileceğini gösterdi.

Araştırmaya 6 bin kadın katıldı. Bu kadınlardan yoğun spor yapanlarının kansere yakalanma riskinin hafif fiziksel faaliyette bulunanlara göre yüzde 25 az olduğu belirlendi.

Ancak spor yapan ve gece 7 saatten az uyuyan kadınların kansere yakalanma riski gece düzenli uyuyanlara göre yüzde 47 fazla çıktı.

ABD Ulusal Kanser Enstitüsü’den James McClain, sporun meme ve kalın bağırsak kanseri de dahil olmak üzere tüm kanser türlerine yakalanma riskini azalttığını ancak az uyumanın hormonlar ve metabolizma üzerinde ters etki yapabileceğini belirtti.

Araştırma, Amerikan kanser araştırma derneğinin desteklediği Washington’da düzenlenen bir konferansta sunuldu.

Bağırsak kanserine kan testiyle teşhis

Tel Aviv Üniversitesi Sackler Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bölümünden Profesör Nadir Arber, geliştirdiği testin, bağırsak kanserinin işareti olan kanda bağırsak polipleri hücrelerini çok yüksek derecede hassasiyet ve doğrulukla tespit edebildiğini belirtti.

Test, serbest kaldığında kanser gelişimine neden olan geni şifreleyen bir proteinin tespit edilmesi temelinde oluşturuldu.

Arber, kanda çok düşük seviyede bulunan ve bağırsak polipleri tarafından salgılanan biyolojik göstergeleri kullanarak yapılan testin doğruluk oranının yüzde 80’in üzerinde olduğunu belirtti.

Şu anda kullanılmakta olar forego kolonoskopi testi 1500 dolar civarına mal olurken, Arber tarafından geliştirilen testin 50 ila 100 dolar civarına mal olması bekleniyor.

Kansere karşı elma yiyin

Flavonol açısından zengin olan brokoli veya elma, pankreas kanseri riskini yüzde 50 azaltıyor...

Araştırmalara göre, flavonol açısından zengin olan brokoli veya elma, pankreas kanseri riskini yüzde 50 azaltıyor. Amerikan Kanser Vakfı’nın 183 bin kişi üzerinde yaptığı araştırmaya göre, flavonol açısından zengin olan soğan, brokoli, lahana veya elma, pankreas kanseri riskini yüzde 50 azaltıyor. Pankreas kanseri özellikle sigara tiryakilerini vuruyor. Ancak yeterli miktarda flavonol içeren gıda tüketen tiryakiler kanser riskini yüzde 59’a kadar azaltabiliyor.

Aşırı vitamin kanser yapar mı

Yapılan bir araştırmada aşırı vitamin kullanımı ile ilerlemiş prostat kanseri arasında ilişki olabileceği ileri sürüldü.

Aşırı vitamin kullanımınıyla ilerlemiş prostat kanseri arasında bağlantı olabileceği bildirildi. ABD'de yapılan bir araştırmada, 300 bin erkeğin sağlık durumlarına ve beslenme alışkanlıklarına bakıldı. Bunlardan üçte birinin, her gün çeşitli vitaminler aldıkları ve yüzde 5'inin aşırı vitamin tükettiği belirlendi. Araştırmanın başlamasından itibaren geçen 5 yıl içinde, 10,241 erkeğe prostat kanseri teşhisi konuldu. Journal of the National Cancer Institute dergisinde yayınlanan araştırmada, aşırı miktarda vitamin kullananlarda öldürücü prostat kanserine yakalanma riskinin hiç kullanmayanlara oranla iki kat fazla olduğu sonucuna varıldı. Bununla birlikte araştırmacılar, vitamin kullanımıyla prostat kanserinin ilk safhası arasında ilişki bulamadılar. Araştırmacılar, yüksek dozda vitaminin tümör ortaya çıkana kadar etkisinin fazla olmadığı, ancak tümör oluştuktan sonra muhtemelen hızla büyümesine yol açtığı tahmiminde bulundular.

Fazla tuz kanser yapıyor

Amerika'da yapılan bir araştırmada aşırı tuz kullanımının ülser oluşumunu tetiklediği tespit edildi.

ABD'deki Maryland Üniversitesi'nde yapılan araştırmada aşırı tuz kullanımının ülser oluşumunu tetiklediği tespit edildi. Araştırmada, midede ülsere sebep olduğu bilinen helicobacter pylori adlı bakterinin fazla tuzlu ortamlarda çoğaldığı tespit edildi. ARAŞTIRMADA ayrıca, helicobacter pylori mikrobunun bu şekilde çoğalmasının mide kanseri riskini de önemli ölçüde artırdığı ortaya çıktı. Uzmanlar, ülser hastalarının tuzlu gıdalardan uzak durmaları uyarısında bulundu.

Arsenik kansere umut oldu

Böcek ilacı olarak kullanılan arseniğin, lösemi hastalarının yaşam süresini uzatabileceği ortaya çıktı.

Böcek ilacı olarak kullanılan arseniğin, standart bir tedaviyle birlikte kullanıldığında lösemi hastalarının yaşam süresini uzatabileceği ortaya çıktı. ABD'nin Chicago kentinde düzenlenen Amerikan Klinik Onkoloji Derneği'nin 43. konferansında çalışmaları hakkında bilgi veren Wake Forest Tıp Merkezi profesörlerinden Dr. Bayard Powell, uzman ekibiyle yaptıkları araştırmanın lösemi hastalarının tedavisine yeni bir soluk kazandırdığını söyledi. Powell, rastgele seçilen akut promiyelositer lösemi hastası 518 yetişkin üzerinde yapılan klinik deneylerde, arsenik ve lösemi ilaçları alan 261 kişinin yaşam süresinin 3 yılın ardından yüzde 86 oranında, yalnızca standart tedavi görenlerin yaşam süresininse yüzde 77 oranında arttığının görüldüğünü bildirdi. Arseniğin, Çin'de 2 bin yıldan fazladır geleneksel tıpta kullanıldığını vurgulayan Powell, bu yöntemin lösemi tedavisine de getirildiğini söyledi.

Kanser tedavisi için yeni keşif

İngiliz bilim adamlarından kanser tedavisinde umut olacak keşif.
Göğüs kanseri hücrelerinin vücutta yayılmasını sağlayan enzim bulundu. Enzimin bloke edilmesi, kanserin yayılmasını engelleyecek.
Profesör Marco Falasca başkanlığındaki bir araştırma ekibi, kanser tedavisinde çığır açacak bir keşifte bulundu. Sonuçlar, Kanser Araştırmaları isimli Amerikan Tıp Dergisi'nde yayımlandı.
Göğüs kanserinin vücutta yayılmasının "PLCg 1" adı verilen bir enzim sayesinde gerçekleştiğini keşfeden ekip, enzim bloke edildiğinde kanserin yayılmadığını gördü.
Profesör Falasca, çalışmalarının sadece kanserin yayılmasını sağlayan molekülü bulmakla ilgili olmadığını, aynı zamanda nasıl durdurulacağını da gösterdiğini söylüyor.
Deneyler fareler üzerinde gerçekleştirildi. Sonuçlarının insan deneklerde de doğrulanması gerekiyor.
Bilimadamları, keşfin heyecan verici olduğunu, ilaç çalışmalarının bir an önce başlatılması gerektiğini ifade ediyor.
Keşif, kanserin nasıl yayıldığını ve nasıl durdurulacağını göstermesi açısından, ilaç geliştirmede ümit vaad ediyor.

Sigara içenler "kalın bağırsak kanseri" adayı

Yeni bir araştırmada, sigara içmenin diğer birçok kanser türü gibi kalın bağırsak kanseri riskini de artırdığı ortaya kondu.

Milano'daki Avrupa Onkoloji Enstitüsü'nde görevli bilim adamlarının araştırmasında, sürekli sigara içenlerin hiç sigara içmeyenlere göre kalın bağırsak kanserine yakalanma riskinin yüzde 18 daha fazla olduğu kaydedildi.

Sigara içmekle kolon kanseri arasında ilk kez açık bir bağlantının ortaya konduğu bu çalışmada, sigara tiryakilerinin bu hastalıktan ölme riskinin hiç sigara içmeyenlere göre yüzde 25 daha fazla olduğu bildirildi.

Çalışmayı yürüten bilim adamlarından Edoardo Botteri, sigara içmekle akciğer ve diğer kanser türleri, kalp hastalıkları, solunum rahatsızlıkları arasında uzun süredir bağlantı kurulduğuna dikkati çekerek, bugüne kadar sigaranın kalın bağırsak kanserine etkisinin açık olarak ortaya konmadığını belirtti.

Botteri, sigara içmekle kalın bağırsak, yani kolon ve rektum kanseri arasındaki bağlantının daha önceleri tutarsız olduğunu ifade ederek, bu hastalıkla sigara arasında bağlantı olduğuna ilk kez emin olunması açısından yeni bulguların önemli olduğunu kaydetti.

Araştırmada, kalın bağırsak kanseri olan 40 bin kadın ve erkekle, sağlıklı 100 bin kişinin verilerinin bulunduğu 121 çalışmanın değerlendirildiği bildirildi.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, bağırsak kanseri en sık görülen kanser türlerinden biri ve kanserden ölüm vakalarında üçüncü sırada yer alıyor.

Kalın bağırsak kanserinde diğer risk faktörleri de ailede hastalık hikayesinin bulunması, bağırsak rahatsızlıkları, obezite, yetersiz fiziksel faaliyet, yağdan, kırmızı ve işlenmiş etten zengin beslenme biçimi olarak sıralanıyor.

"Annemle Biz Kanseri Yeneriz" Projesi

Çukurova Meme Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Orhan Demircan, kanser hastalığının ölüm nedenleri sıralamasında kalp hastalıklarından sonra geldiğini belirterek, erken tanıda iyileşme oranının yüzde 90 seviyesinde olduğunu söyledi.
Meme kanseri konusuna kadınların dikkatini çekerek erken tanı ve teşhis için yönlendirmek, tanı almış hastaları da tedavileri konusunda cesaretlendirmek amacıyla hazırlanan "Annemle Biz Kanseri Yeneriz" projesi kapsamında Seyhan Belediyesi Arif Nihat Asya Salonu'nda "Meme Kanserini Tanımak" konulu bir konferans düzenlendi. Konferansta konuşan Çukurova Meme Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Orhan Demircan, dünyada olduğu gibi ülkemizde de meme kanseri görülme oranının çok yüksek olduğunu belirtti.

Her 9 kadından birine meme kanseri tanısı konulduğunu ifade eden Demircan, "Kanser hastalıkları ölüm nedenleri sıralamasında kalp hastalıklarından sonra gelmektedir. Dünyada her yıl 11 milyon yeni kanser tanısı konulmaktadır. Kadınlarda en sık görülen meme kanseridir. Erkeklerde görülme oranı ise yüzde 1'dir. Buna rağmen erken tanı konulduğunda iyileşme oranı yüzde 90'dır" dedi.

Meme Hastalıkları Federasyonu, Türk Kadınlar Birliği, Europa Donna Türkiye, Avaze Türk Müziği Topluluğu ve Novartis Onkoloji tarafından desteklenen ve 16 ilde gerçekleştirilecek olan toplantılarda kadınlara meme kanseri, tanısı ve tedavisi konusunda bilgi verileceği bildirildi.

Zeytinyağıyla kanser tedavisi

Ekstra sızma zeytinyağı, başlangıç aşamasındaki meme kanseri tümörlerinin büyümesini önlüyor.

Bir grup İspanyol araştırmacı, ekstra sızma doğal zeytinyağının, meme kanseri tümörlerinin büyümesini önleyebileceğini bildirdi.

Katalan Onkoloji Enstitüsü ve Granada Üniversitesinden araştırmacılar, ekstra sızma zeytinyağının, başlangıç aşamasındaki meme kanseri tümörlerinin büyümesini önlediğini ortaya çıkardı.

Araştırmanın başındaki bilim adamı Javier Menendez, ekstra sızma zeytinyağını "tümör karşıtı doğal kokteyl" olarak niteledi ve "en azından laboratuvar testlerinde bu zeytinyağının tümörlerin büyümesi üzerinde etkili olduğunu gördüklerini" belirtti.

"Soya fasülyesi" meme kanserini tetikleyebilir

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) İç Hastalıkları ve Medikal Onkoloji Uzmanı ve Kanser Epidemiyolojisi Bilim Uzmanı Prof. Dr. İsmail Çelik, soyanın içindeki östrojen hormonuna benzer etkideki maddelerin, östrojene bağlı gelişebilen meme ve endometrium kanserlerine yol açabileceği uyarısında bulundu.

Çelik, yazılı ve görsel basında kanserden korunmaya yönelik çok fazla haber yer aldığını, ancak çoğunun bilimsellikten uzak ve yanlış olduğunu söyledi.

Hacettepe Üniversitesinde görev yapan onkoloji hekimleri tarafından Kasım 2007-2008 dönemlerinde 6 büyük ulusal gazetenin internet sitelerinde ''kanserden korunma hakkında'' çıkan haberleri taradıklarını ve doğruluklarını araştırdıklarını anlatan Çelik, bu tarihler arasında ilgili başlıkta toplam 235 haber tespit ettiklerini, ancak bunların 23'ünün doğru bilgiler içerdiğini kaydetti.

''VİTAMİN KAPSÜLLERİ KULLANMAYIN''

Çelik, bitkilerin, meyve ve sebzelerin bilinçsiz tüketilmesinin yarardan çok zarar verebileceğini, çeşitli organlarda hasara yol açabileceğini ya da kanser dışında başka hastalıklarının oluşmasına zemin hazırlayabileceğini belirterek, hekim tarafından tavsiye edilmediği sürece gıda takviyesinde bulunulmasının ya da beslenme şeklinin değiştirilmesinin kesinlikle uygun olmadığını bildirdi.

Kanserden korunmaya karşı ya da vücut direncini artırmak için çeşitli vitamin kapsülleri kullanılmasının ya da soya fasulyesi, havuç, gibi gıdaların çok tüketilmesinin bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek yerine meme, endometrium ve akciğer gibi bazı kanser türlerinin gelişmesine de neden olabileceğini öne süren Çelik, şunları kaydetti:

''ACS (American Cancer Society)'nin tanımına göre kanserden korunmak için tek ve geçerli beslenme önerisi, günde en az 5 porsiyon meyve ve sebze içeren, yağdan düşük, lifçe yüksek diyet tüketilmesi ve kırmızı etin haftada birden fazla yenmemesi şeklindedir. Bu cümleye bir kelime eklemek ya da çıkarmak bilimsel olarak doğru değildir.''

Ceviz tüketilmesinin kanser ve kalp hastalarına iyi geldiği yönündeki bilgilerin her zaman geçerli olmadığını belirten Çelik, ''Şişmanlık kanseri arttıran bir etmendir. Zararsız olduğu, kolesterol içermediği söylenen yağlı gıdaların (zeytinyağı veya kuru yemiş de dahil) çok miktarda alınmasının obeziteye yol açabileceği unutulmamalıdır'' dedi.

Çelik, hiçbir bitki karışımı ya da vitamin kapsülü takviyesinin, bilimsel olarak kanserden koruyucu etkisinin saptanmadığını, bunların asla doğal besinlerin yerini tutamayacağını ifade ederek, şu uyarılarda bulundu:

-Kanser hastalarına bolca soya ürünü tüketilmesi yönündeki tavsiyeler doğru değildir. Çünkü, soyanın içindeki östrojen hormonuna benzer etkideki maddeler, yüksek dozda alındığında östrojene bağlı gelişebilen meme ve endometrium (yumurtalık ve rahim) kanserlerine yol açabilir.

-Havucun içinde de bulunan beta-karoten maddesinin fazla alınması, sigara bağımlılarında akciğer kanseri riskini arttırabilmektedir. Yapılan bir araştırmada, sigara içenlere beta-karoten tableti verildiğinde, ölüm oranlarının arttığı tespit edilmiştir. Bu havucun tüketilmemesi anlamı taşımaz. Aksine sigara içenlerin sigarayı bırakmaları daha yaşamsaldır. Havuç günlük gıda alımı içinde taze olarak yenilebilir.

-Antioksidan özelliği olan domates, brokoli ve lahana gibi gıdaların tüketilmesinin kanserden koruduğuna dair veriler yeterli değildir. Domates, brokolinin kanser yapıcı etkileri yok ama kanserden koruyucu etkileri de yok.

-Aspartam ve sakarin gibi yapay tatlandırıcıların kansere neden olduğu bilgisi ispatlanmamıştır.

-Doğum kontrol hapları ve menapoz sonrası hormon replasman tedavisinin, hem kanser hem de kalp rahatsızlıkları açısından önemli yan etkileri vardır. Bu nedenle kesinlikle doktor tavsiyesi ile alınmalıdır.

-ABD, Belçika ve Tayvan'ın belli bölgelerinde yeryüzünün derin katmanlarından içme suyuna karışan arseniğin uzun süre tüketilmesinin kanser yapıcı etkileri tanımlanmıştır. Türkiye'deki içme suyunda arsenik düzeylerine ait bilgiler yetersizdir.

-Genetiği değiştirilmiş gıdaların, kanser riskini artırdığına dair bilimsel bir bulgu yoktur.

-Fazla kırmızı et tüketiminin doğrudan kansere etkisi vardır.

-Kahve tüketiminin kansere neden olduğu ve yeşil çayın kanserden koruduğuna dair bilimsel bir bulgu yoktur.

-Hazır gıdalardaki katkı maddelerinin, uygun oranlarda kaldığı takdirde kanser yapıcı etkisi mevcut değildir.

-Alkol ve tütün kullanımı kanseri tetiklemektedir. Az miktarda bile olsa alkol kanserojen etki gösterir. Özellikle sigara ile birlikte kullanıldığında bu etki daha da artar.

-Düzenli egzersiz hem kalp hastalıklarından hem de kanserden koruyucudur.

-Cep telefonu kullanımına bağlı kanser gelişimi konusunda veriler yetersiz olup kullanımının kısıtlanmasına dair bilimsel bir öneri yoktur.

PESTİSİT KULLANIMI

Çelik, zararlı organizmaları engellemek, kontrol altına almak, ya da zararlarını azaltmak için kullanılan madde ya da maddeleri içeren karışımların (pestisit) kullanımının tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kontrol altında olduğunu belirtti.

Halen Türkiye'de kullanımda olan pestisitlerin kanser yapıcı etkileri açısından kontrol altında olduğuna işaret eden Çelik, şunları kaydetti:

''Tüketilen maddenin üzerindeki pestisit kalıntılarının bertarafı için uygun hijyenik önlemler yeterlidir. En önemli risk pestisiti uygulayan kişinin (ülkemizde çiftçi veya yetiştirici) kendisine ve çevresindeki kişilere olmaktadır. Pestisitlere maruziyetin kanser dışı zehirleyici özellikleri daha önemlidir ve bu etkiler küçük çocuklarda ve bebeklerde daha ağır seyreder, çünkü bu pestisitleri vücuttan atacak enzimler henüz yetersizdir veya oluşmamıştır.''

Hangi bitkiler kanseri tetikliyor

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) İç Hastalıkları ve Medikal Onkoloji Uzmanı ve Kanser Epidemiyolojisi Bilim Uzmanı Prof. Dr. İsmail Çelik, soyanın içindeki östrojen hormonuna benzer etkideki maddelerin, östrojene bağlı gelişebilen meme ve endometrium kanserlerine yol açabileceği uyarısında bulundu.

Çelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yazılı ve görsel basında kanserden korunmaya yönelik çok fazla haber yer aldığını, ancak çoğunun bilimsellikten uzak ve yanlış olduğunu söyledi.

Hacettepe Üniversitesinde görev yapan onkoloji hekimleri tarafından Kasım 2007-2008 dönemlerinde 6 büyük ulusal gazetenin internet sitelerinde ''kanserden korunma hakkında'' çıkan haberleri taradıklarını ve doğruluklarını araştırdıklarını anlatan Çelik, bu tarihler arasında ilgili başlıkta toplam 235 haber tespit ettiklerini, ancak bunların 23'ünün doğru bilgiler içerdiğini kaydetti.

-''VİTAMİN KAPSÜLLERİ KULLANMAYIN''-

Çelik, bitkilerin, meyve ve sebzelerin bilinçsiz tüketilmesinin yarardan çok zarar verebileceğini, çeşitli organlarda hasara yol açabileceğini ya da kanser dışında başka hastalıklarının oluşmasına zemin hazırlayabileceğini belirterek, hekim tarafından tavsiye edilmediği sürece gıda takviyesinde bulunulmasının ya da beslenme şeklinin değiştirilmesinin kesinlikle uygun olmadığını bildirdi.

Kanserden korunmaya karşı ya da vücut direncini artırmak için çeşitli vitamin kapsülleri kullanılmasının ya da soya fasulyesi, havuç, gibi gıdaların çok tüketilmesinin bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek yerine meme, endometrium ve akciğer gibi bazı kanser türlerinin gelişmesine de neden olabileceğini öne süren Çelik, şunları kaydetti:

''ACS (American Cancer Society)'nin tanımına göre kanserden korunmak için tek ve geçerli beslenme önerisi, günde en az 5 porsiyon meyve ve sebze içeren, yağdan düşük, lifçe yüksek diyet tüketilmesi ve kırmızı etin haftada birden fazla yenmemesi şeklindedir. Bu cümleye bir kelime eklemek ya da çıkarmak bilimsel olarak doğru değildir.''

Ceviz tüketilmesinin kanser ve kalp hastalarına iyi geldiği yönündeki bilgilerin her zaman geçerli olmadığını belirten Çelik, ''Şişmanlık kanseri arttıran bir etmendir. Zararsız olduğu, kolesterol içermediği söylenen yağlı gıdaların (zeytinyağı veya kuru yemiş de dahil) çok miktarda alınmasının obeziteye yol açabileceği unutulmamalıdır'' dedi.

Çelik, hiçbir bitki karışımı ya da vitamin kapsülü takviyesinin, bilimsel olarak kanserden koruyucu etkisinin saptanmadığını, bunların asla doğal besinlerin yerini tutamayacağını ifade ederek, şu uyarılarda bulundu:

-Kanser hastalarına bolca soya ürünü tüketilmesi yönündeki tavsiyeler doğru değildir. Çünkü, soyanın içindeki östrojen hormonuna benzer etkideki maddeler, yüksek dozda alındığında östrojene bağlı gelişebilen meme ve endometrium (yumurtalık ve rahim) kanserlerine yol açabilir.

-Havucun içinde de bulunan beta-karoten maddesinin fazla alınması, sigara bağımlılarında akciğer kanseri riskini arttırabilmektedir. Yapılan bir araştırmada, sigara içenlere beta-karoten tableti verildiğinde, ölüm oranlarının arttığı tespit edilmiştir. Bu havucun tüketilmemesi anlamı taşımaz. Aksine sigara içenlerin sigarayı bırakmaları daha yaşamsaldır. Havuç günlük gıda alımı içinde taze olarak yenilebilir.

-Antioksidan özelliği olan domates, brokoli ve lahana gibi gıdaların tüketilmesinin kanserden koruduğuna dair veriler yeterli değildir. Domates, brokolinin kanser yapıcı etkileri yok ama kanserden koruyucu etkileri de yok.

-Aspartam ve sakarin gibi yapay tatlandırıcıların kansere neden olduğu bilgisi ispatlanmamıştır.

-Doğum kontrol hapları ve menapoz sonrası hormon replasman tedavisinin, hem kanser hem de kalp rahatsızlıkları açısından önemli yan etkileri vardır. Bu nedenle kesinlikle doktor tavsiyesi ile alınmalıdır.

-ABD, Belçika ve Tayvan'ın belli bölgelerinde yeryüzünün derin katmanlarından içme suyuna karışan arseniğin uzun süre tüketilmesinin kanser yapıcı etkileri tanımlanmıştır. Türkiye'deki içme suyunda arsenik düzeylerine ait bilgiler yetersizdir.

-Genetiği değiştirilmiş gıdaların, kanser riskini artırdığına dair bilimsel bir bulgu yoktur.

-Fazla kırmızı et tüketiminin doğrudan kansere etkisi vardır.

-Kahve tüketiminin kansere neden olduğu ve yeşil çayın kanserden koruduğuna dair bilimsel bir bulgu yoktur.

-Hazır gıdalardaki katkı maddelerinin, uygun oranlarda kaldığı takdirde kanser yapıcı etkisi mevcut değildir.

-Alkol ve tütün kullanımı kanseri tetiklemektedir. Az miktarda bile olsa alkol kanserojen etki gösterir. Özellikle sigara ile birlikte kullanıldığında bu etki daha da artar.

-Düzenli egzersiz hem kalp hastalıklarından hem de kanserden koruyucudur.

-Cep telefonu kullanımına bağlı kanser gelişimi konusunda veriler yetersiz olup kullanımının kısıtlanmasına dair bilimsel bir öneri yoktur.

-PESTİSİT KULLANIMI-

Çelik, zararlı organizmaları engellemek, kontrol altına almak, ya da zararlarını azaltmak için kullanılan madde ya da maddeleri içeren karışımların (pestisit) kullanımının tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kontrol altında olduğunu belirtti.

Halen Türkiye'de kullanımda olan pestisitlerin kanser yapıcı etkileri açısından kontrol altında olduğuna işaret eden Çelik, şunları kaydetti:

''Tüketilen maddenin üzerindeki pestisit kalıntılarının bertarafı için uygun hijyenik önlemler yeterlidir. En önemli risk pestisiti uygulayan kişinin (ülkemizde çiftçi veya yetiştirici) kendisine ve çevresindeki kişilere olmaktadır. Pestisitlere maruziyetin kanser dışı zehirleyici özellikleri daha önemlidir ve bu etkiler küçük çocuklarda ve bebeklerde daha ağır seyreder, çünkü bu pestisitleri vücuttan atacak enzimler henüz yetersizdir veya oluşmamıştır.''

18 Aralık 2008 Perşembe

Yeşil çay cildi genç tutuyor

DERMATOLOJİ Uzmanı Doç. Dr. Emel Erdal yaşlanmayı durdurmanın imkansız olduğunu, ancak cildin erken yaşlanmasına neden olan etkenlerin bilinmesi halinde süreci geciktirmenin mümkün olduğunu söyledi. Erdal, cildi erken yaşlandıran etkenleri, "Sigara, alkol, genetik yatkınlık, güneş, yetersiz beslenme, stres, uykusuzluk ve soğuk" olarak sıraladı.

Doç. Dr. Erdal şunları söyledi: "Yaz aylarında açık tene sahip kişiler güneşten daha fazla etkilendikleri için mutlaka korunmalıdır. Unutulmamalıdır uzun süre güneşe maruz kalmak, deri kanseri riskini de artırır.

Bir diğer önemli deri yaşlanması nedeni ise sigara ve alkol kullanımıdır. Günde beşten fazla ve 10 yıldan daha uzun süreli sigara içenlerde deri kırışıklıklarının daha erken ve derin olduğu gözlenmiştir. Ayrıca kış aylarında deri kuruluğu artar. Kuru deri kolay yaşlanır. Dermatolog tavsiyesi ile yaşa uygun kozmetiklerin kullanımı ile deri yaşlılığı geciktirebilir.

Çin’de yoğun olarak tüketilen yeşil çay ve soyanın, içerdikleri fenol ve genistein maddeleri nedeniyle yaşlanmayı geciktirdiği de kanıtlanmıştır. Yeşil çay ve soyanın cildi genç tuttuğu, deri kanseri oluşumunu engellediği de bilinmektedir."

16 Aralık 2008 Salı

Lösemi Tedavisi

Hastalığın tedavisinde, son yıllarda oldukça önemli adımlar atılmışsa da sebepler bilinemediği için sebebe yönelik tedavi yapılamamaktadır. Günümüzde tatbik edilen tedavilerin temel amacı, habis hücreleri ortadan kaldırmaktır. Tedavi şemaları hastalığın tiplerine ve safhalarına göre değişiklik gösterir. Radyasyon (şua) tedavisi; çeşitli kanser ilaçlarının tatbiki; bağışıklama (veya bağışıklık sistemini güçlendirme) tedavisi (immünoterapi), kemik iliği nakli başlıca tedavi şekilleridir. Kemik iliği nakli, kriz (atak) atlatıldığı zamanda kişinin kendi hücrelerinin (ototransplantasyon) veya uygun bir vericinin hücrelerinin (allotransplantasyon) verilmesi ile olabilmektedir. Bu tedavi şekillerine ek olarak birçok yeni metod deneme safhasında olup, müsbet neticeler vermektedir. Hastaların kaybedilmelerinin en önemli sebepleri, aşırı zayıflık, mikrobik hastalıklar, kanama ve işgale bağlı organ yetmezlikleridir.

Tatbik edilen tedavilerle hastalık krizi (atağı) atlatılabilmektedir. Ancak bazan kısa bazan da yıllarca süren aralardan sonra hastalık yeniden ortaya çıkabilmektedir.

* Akut Lösemiler

Akut lösemilerde evreleme yapılmaz (kanserin ne kadar yayıldığına bakılmaz), ve tedavi hastalığın yaygınlığına göre değişmez. Akut lösemilerin tedavisinde hastanın durumu ve yeni tanı konup konmadığına dikakt edilir.

ALL de tedavi genelde fazlar halinde uygulanır ancak tüm fazlar tüm hastalara uygulanmaz:

Faz 1: başlangıç tedavisi; hastayı remisyon dönemine sokabilmek amacı ile hastanede ilaç uygulanır.

Faz 2: konsolidasyon dönemi; faz 1 deki ilaçlara devam edilir, ancak hastalar hastanede kalmazlar.

Faz 3: profilaksi (koruyucu) dönemi; farklı ilaçlar kullanılır ve radyasyon tedavisi de uygulanabilir. Löseminin beyin ve santral sinir sistemine yayılması önlenmeye çalışılır.

Faz 4: lösemi tedavi edildikten sonra, hasta düzenli olarak kontrole çağırılır ve gerekli testler yapılır.

Tekrar eden lösemi: bazı hastalarda tedaviden sonra lösemi tekrar ortaya çıkabilir. Bu hastalara daha yüksek dozlarda ve farklı grup ilaçlarla tedavi verilir. İlaç tedavisinden sonra 4-5 yıl hastanın hastalıksız dönemde kalması gerekir. bazı hastalarda allojenik kemik iliği nakli yapılabilir.

AML tedavisi genelde AML nin tipine, hastanın yaşına ve genel sağlık durumuna göre yapılır. Genellikle hastaları remisyon (hastalıksız) dönemine sokmak için tedavi uygulanır.

* Kronik Lösemiler

KLL; tanı konduktan hemen sonra kanserin yaygınlığı saptanmalıdır. KLL nin dört dönemi vardır:

Dönem 0: kanda çok sayıda lenfosit vardır. Genel olarak, başka her hangi bir lösemi bulgusu yoktur.

Dönem 1: Lenf düğümlerinde şişlik

Dönem 2: Lenf düğümlerinde, karaciğer ve dalakta büyüme ve şişlik

Dönem 3: Anemi (kansızlık) gelişmiştir

Dönem 4: trombositler (pıhtılaşmayı sağlayan hücreler) çok azalmıştır. lenf düğümleri, dalak ve karaciğer büyümüş olabilir, kansızlık bulunabilir.

KLL tedavisi, hastalığın dönemine, hastanın yaşına ve genel sağlık durumuna göre değişir. Dönem-0 da tedavi gerekmeyebilir ve hasta düzenli olarak kontrol edilir. Dönem-1 ve 2 de ilaç tedavisi farklı şekilllerde uygulanabilir. Belirli hastalar kemik iliği nakli ile tedavi edilirler.

KML için, kemik iliği nakli en yaygın tedividir. Belirli ilaçlar da tedavide kullanılır.

Lösemide Teşhis

Öncelikle hastanın şikayetlerinden ve muayene bulgularından şüphelenilmesi gerekir; ve kan testleri ile tanı netleştirilebilir. Daha sonra kemik iliği biyopsisi, özel kan testleri ve genetik testler yapılabilir.

Genel olarak, kronik lösemi, akut lösemiden daha yavaş ilerler. KML hastaları tipik olarak 3-5 yıl boyunca normaldirler daha sonra AML benzeri bir tablo meydana gelir.

Şu an için lösemiden korunmanın kesin bir yöntemi bilinmemektedir. Ancak ileriki yıllarda genetik testler, lösemi gelişme riski yüksek kişileri belirlemede kullanılabilir. O döneme kadar lösemi hastalarının birinci derece akrabaları düzenli oalrak doktorlarına muayene olmalı ve kan testi yaptırmalıdırlar.

Lösemi Belirtileri

İlerleyici bir seyir gösteren hastalığın belirtileri, anormal (habis) hücrelerin, kan yapıcı organlarda normal hücrelerin yapımını engellemesi sonucunda ortaya çıkar. Normal alyuvarların yapımındaki azalma ile kansızlık (anemi); normal akyuvarların yapımındaki azalma neticesinde enfeksiyona yatkınlık, mikrobik hastalıklar ve ateş; kan pıhtılaşmasında rol alan kan pulcuklarının (trombositler) yapımındaki azalma ile çeşitli kanamalar (burun kanaması, diş eti kanamaları, cilt altı kanaması gibi) meydana gelir. Ciltte sık sık çürükler meydana gelir veya kesik oluştuğunda kanama güçlükle durdurulur.

Ayrıca, hastalığın diğer bazı bulguları da habis hücrelerin bazı organları işgal etmesine ve çeşitli kimyevi maddeler salgılamasına bağlanır. Bütün bu hızlı hücre yapım ve yıkımı, kilo kaybı ve terlemeye de yol açar. Hastalarda dalak genellikle büyümüştür ve lenf düğümlerinde de şişlikler tesbit edilir. Karında şişkinlik hissi vardır.

Erken döneme ait belirtiler genelde gözden kaçmaktadır, çünkü bu dönemdeki şikayetler nezle veya diğer sık gözlenen hastalık şikayetlerine benzer.Halsizlik, kemik ve eklemlerde ağrılar, baş ağrıları, deride kızarıklıklar, saç dökülmesi gibi.

Kronik Lösemiler

Kronik lösemi, görünüşte olgun ancak normal olgun kan hücrelerinin yaptıklarını yapamayan kan hücrelerinin aşırı üretimi ile karakterizedir. Kronik lösemi daha yavaş ilerler ve sonuçları daha az dramatiktir. Temel olarak iki alt grubu vardır:

* Kronik Lenfoid Lösemi (KLL) : Olgun görünüşe sahip lenfositlerin kemik iliğinde aşırı üretimi ile kendini gösterir. Bu anormal hücreler tam olarak olgunlaşmış normal lenfositler gibi görülürler, ancak normal lenfositler gibi vücudumuzu enfeksiyonlara karşı koruyamazlar. KLLde, kanser hücreleri kemik iliğinde, kanda ve lenf nodlarında bulunurlar ve lenf düğümlerinde şişmeler meydana gelir. KLL tüm lösemilerin %30unu oluşturur. 30 yaşın altında nadiren görülürler, ancak görülme sıklığı yaşla birlikte artar ve en sık olarak 60-70 yaş arasında gözlenir. Saçlı (Hairy) hücreli lösemi; lenfosit kaynaklı bir kronik lösemidir ancak KLLden farklıdır. KLLden farklı olarak, saçlı hücreli lösemi ilaç tedavisi ile sıklıkla tedavi edilebilmektedir.

* Kronik Myeloid Lösemi (KML) : Bu lösemi, olgun görünüşlü ancak fonksiyon kaybı bulunan myeloid hücrelerin (beyaz kan hücreleri gibi) aşırı üretimi ile kendini gösterir. Bu aşırı üretim hiç normal hücre kalmayana kadar devam eder. KML hastası olanlarda sıklıkla Philadelphia kromozomu denilen kromozom anomalisi ortaya çıkar. Bu kromozom anomalisinde bu hastalığa neden olan bir enzimin üretilmesine neden olan bir genin olduğu düşünülmektedir. KML yetişkinlerde gözlenen lösemilern %20-30 unu meydana getirir ve 25-60 yaşları arasında gözlenir. Bazı hastalarda kemik iliği nakli ile bu hastalık tedavi edilebilir.

Genel olarak lösemiler tüm kanserlerin %2 sini oluştururlar. Erkeklerde lösemi daha sık gözlenmektedir. Ayrıca beyaz ırkta da daha sıktır. Yetişkinlerde lösemi tanısı konma sıklığı çocuklardan 10 kat daha fazladır ve risk yaşla birlikte artar. Çocuklar arasında ise 4 yaş altında daha sık gözlenir.

Löseminin kısmen de olsa ailevi olabileceğine dair bulgular vardır; özellikle KLL gibi belirli türlerinde, bazı ailelerde yoğunlaşma gözlenmektedir. Belirli genetik hastalıklarda (Down sendromu gibi) da bazı lösemi tiplerinin daha sık gözlendiği bilinmektedir. Bununla birlikte, kesin bir genetik ve ailevi risk henüz saptanmamıştır. Myeloid lösemi olgularında, iyonize edici radyasyona ve benzene (kurşunsuz benzinde bulunur) maruziyetin hastalığın gelişmesinde etkili olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır.

Akut Lösemiler

Akut lösemide,sürekli kan hücresi artışı yaşanmaktadır, ve sonuçta sağlıklı-normal kan hücrelerinden sayıca daha fazla hale gelmektedirler. Bu normal hücreler diğer organlara da yayılarak, organı fonksiyonlarını yapamaz hale getirebilirler. Akut lösemilerin sınıflandırılması temel olarak olgunlaşmayan hücrelerin tiplerine esas alınarak yapılır:

* Akut Lenfoid Lösemi (ALL) : Normalde lenfosit adı verilen olgun kan hücresi tipine dönüşmesi gereken lenfoblast isimli olgunlaşmamış kan hücrelerin artması ile karakterizedir. Bu lenfoblastlarin sayıları çok miktarda artar ve genelde lenf düğümlerinde birikirek şişliklere neden olurlar. ALL, en sık gözlenen çocukluk çağı kanseridir, ve 15 yaş altındaki çocuklarda gözlenen lösemilern %80 u ALL dir. Bazen yetişkinlerde de görülebilmekle birlikte,50 yaşın üzerinde ALL son derece nadirdir.

* Akut Myeloid Lösemi (AML) : Myeloblast adı verilen ve normal kan hücrelerine (kırmızı kan hücrelerine, trombositlere) dönüşmesi gereken olgunlaşmamış kan hücrelerlinin üretimi ile karakterizedir. Olgunlaşmamış bu hücreler kemik iliğinde çok yüksek sayılara ulaşırlar ve normal kan hücrelerinin üretimini azaltırlar. Sonuçta anemi (kansızlık - kırmızı kan hücresi üretiminde azalma) ve sık enfeksiyona yakalanma (beyaz kan hücresi üretiminde azalma) durumu ortaya çıkabilir. Ergenlik çağında ve 20 li yaşlarda saptanan lösemilerin %50 sini, yetişkinlerdeki lösemilerin de %20sini AML oluşturur.

Lösemi Nedir

Lösemi , kan hücrelerinin özellikle de akyuvarların normalin üzerinde çoğalması ile kendini gösteren bir kanser türüdür. Yüksek sayıdaki olgunlaşmamış ve malign hücrelerin normal ilik hücrelerinin yerini alması ile iliklerde hasar meydana gelir. Böylece kan pıhtılaşmasında rol oynayan plateletler ve savunmada rol oynayan lökositlerin sayısı azalmaya başlar. Bu da lösemi hastalarında zedelenmelerin ve kanamaların yoğun görülmesine, hastaların kolay enfeksiyon kapmasına neden olur. Savunma mekanizması zayıflar. İleri aşamalarda kırmızı kan hücresi eksikliği anemiye, nefes darlığına neden olabilir. Bunun dışında zayıflık ve yorgunluk, ateş, bazı nörolojik semptomlar, dişetlerinde şişkinlik ve kanamalar gibi belirtileri de vardır.

Kan kanserinin hücre tipine göre (myeloit, lenfoit gibi) ve hastalığın süresine göre (müzmin ve had) çeşitleri vardır. Bazı tipler daha hızlı ve kötü bir gidiş gösterir. Çocukluk çağında lösemi tipleri diğer kanser tiplerine göre daha sık görülmektedir.

Kesin nedenleri bilinmemekle birlikte hem genetik hem de çevresel faktörlerin önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Somatik hücrelerdeki DNA'larda meydana gelen mutasyonlar onkogenlerin aktive olması ya da tümör baskılayıcı genlerin inaktive olmasına neden olur. Böylece hücre ölümünün ve bölünmesinin regülasyonu hasara uğrar. Bu hasara genetik sebeplerin dışında, petrokimyasalların, radyasyonun, kanserojen maddelerin ve bazı virüslerin (örn. HIV) neden olduğu düşünülmektedir.

Lösemiler, vücuttaki kan üretim sistemini (lenfatik sistem ve kemik iliği) etkileyen kanserlerdir. Lösemiler akut veya kronik olarak (mikroskoptaki görünüşlerine göre alt gruplara ayrılırlar) ve tümörün yayılım ve gelişim özelliklerine göre sınıflandırılırlar. Genel olarak, akut lösemiler çocuklarda ortaya çıkarken, kronik lösemiler daha çok yetişkinlerde görülme eğilimindedirler.

Tiroid Kanserleri Nasıl Tedavi Edilir

Tüm tiroid kanserli hastalarda (tümör çapı ne olursa olsun) mutlaka uygulanması gereken dört tedavi basamağı vardır ve bunlar sırasıyla şöyledir:

1. Ameliyat: Ameliyatla tiroid bezinin hepsi çıkarılır.
2. Radyoaktif iyot tedavisi: Ameliyattan 4-6 hafta sonra radyoaktif iyot tedavisi yapılır.
3. Levotiroksin ilacı ile tedavi
4. Belirli aralarla takip: Tiroglobulin, tiroglobulin antikoru ve vücut taraması ile takip yapılır.

Bu tedavi basamakları uygulanan tiroid kanserli hastalarda kanser çoğunlukla yok olmaktadır. Ancak ameliyat yetersiz yapılırsa veya tiroid bezinin hepsi alınmaz ise; yahut da radyoaktif iyot tedavisi yapılmaz ise kanser nüksü sık görülmektedir.

Kanda Kalsitonin Hormonunu artıran Medüller Tiroid Kanseri (MTK):

Medüller kanser, tiroid kanserlerinin % 6-8’ ini yapar. Medüller kanserin % 75’i ailesel değildir, ancak %25’i ailesel veya kalıtımsal özellik gösterir. Bu nedenle medüller kanserli hastaların aileleri ve çocukları bu kanser yönünden taranır. Medüller kanser tiroid bezindeki kalsitonin hormonu salgılayan C hücrelerinin kanseri olduğu için bu hastaların kanlarında kalsitonin hormonu yükselir. Ameliyat sonrası kalsitonin düşer. Buna karşılık ameliyat sonrası kalsitonin artmaya devam ederse medüller kanser nüks etmiş demektir. Nodüler guatrlı bir hastada kanda aşırı kalsitonin hormonu varsa medüller kanserden şüphelenilir. Tanı için nodüle biyopsi yapılır. Operasyon öncesi medüller kanser tanısı konursa birlikte olabilecek olan paratiroid hastalığı ve feokromasitoma denen böbreküstü bezi hastalığı için ameliyat öncesi kan kalsiyumu, paratiroid hormonu, kan kateşolaminleri ve idrarda metanefrin tetkikleri ölçülür. Ayrıca ultrason , tomografi veya MRI ile boyun, karın ve göğüs taranır.

Medüller kanserli hastaların % 30’unda yüzde kızarma, ishal ve yorgunluk olabilir.
Medüller kanserde diğer tiroid kanserlerinde olduğu gibi ameliyatla tiroid bezinin hepsi alınır. Lenf bezlerinde kanser yayılımı varsa hepsi ameliyatla çıkarılır. Ameliyattan sonraki 8-12nci haftada kalsitonin ölçülür. Kalsitonin yüksek ise kanser yine var demektir. Kanserin yerini bulmak için ultrason, tomografi, MR, sestamibi sintigrafisi, MIBG sintigrafisi, DMSA sintigrafisi ve oktreotid sintigrafisi gibi tetkikler yapılarak kanserin yeri bulunmaya çalışılır.

Ameliyat olan medüller kanserli hastalarda kalsitonin ölçümü hastanın takibinde nüksün ve tümör odağının saptanmasında faydalıdır. Eğer kalsitonin ameliyat sonrası 10 pg/ml’den küçük ise hastalık yok olmuş kabul edilir. Ancak iyi bir ameliyat sonrası bile kalsitoninin normale inmeme oranı % 40-60 arasında değişmektedir. Kalsitonin salgılayan kanser odağını saptamak çoğu hastada da mümkün olmamaktadır. Özellikle kalsitonin düzeyinin 50 pg/ml’nin altında olduğu hastalarda kanser odağını saptamak zordur.

Ameliyat sonrası kalan tiroid dokusu için radyoaktif iyot tedavisi yapılır. Devam eden veya nüks eden medüller kanserde en iyi tedavi cerrahidir. Çıkarılabildiği kadar ameliyatla tümör çıkarılır. Çünkü diğer tedavilerin etkisi azdır ve radyoaktif iyot tedavisi faydalı olmaz.

İlerleyen ve ameliyatla çıkarılamayan tümörlerde radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapi uygulanabilir.

İkinci Sıklıkta Görülen Folliküler kanser

Folliküler kanser tiroid kanserlerinin %11-15’ini oluşturur. Bu kanser damar ve tiroid bezi kapsülü denen tiroid bezini dıştan çevreleyen zara yayılım yapar. Kapsüle yayılım varsa nadiren başka organlara yayılır ve iyi gidişlidir. Damar yayılımı olanlarda kanser daha hızlı seyreder.

Folliküler kanser daha çok kan dolaşımı yoluyla yayılır. Akciğer, kemik ve az olarak beyin ve karaciğere yayılır.

Folliküler kanserin daha kötü seyreden Hurthle hücreli tipi ve insüler kanser tipi de vardır.

Folliküler kanser papiller kansere göre daha yaşlılarda oluşur ve 50’li yaşlarda fazla görülür. Folliküler kanser sıklıkla yavaş büyüyen bir tiroid kitlesi şeklinde gelişir ve ilk tanı konulduğunda hastaların % 25’inde tiroid bezi dışında yayılım, % 5-10’unda boyun lenf bezlerinde metastaz ve %10-20’sinde ise uzak organlarda metastaz (yayılma) vardır. Tiroid bezini çevreleyen kaslara ve nefes borusuna direk yayılım karakteristik özelliğidir ve tamamen ameliyatla ile temizlenebilmesi bu özelliğine bağlıdır.

Folliküler kanser akciğer ve kemiğe metastaz yapma eğilimindedir.

En Sık Görülen ve En İyi Seyreden Tiroid Kanseri papiller kanserdir:

Papiller kanser tüm tiroid kanserlerinin % 75-80’ni oluşturur. Papiller kanser genellikle iyi gidişlidir; ancak çok nadir görülen uzun hücreli ( Tall hücreli) varyant, Kolumnar hücreli varyant ve Diffüz sklerozan varyant olarak isimlendirilen türleri hızlı seyreder.

Papiller kanser her yaşta ve çocuklukta da görülebilir, ancak 30-40 yaşlarında sıklığı artar. Hastaların yarısında tiroid bezinin birçok yerinde aynı anda papiller kanser bulunur. Boyundaki lenf bezlerine ve akciğere metastaz (yayılım) yapabilir. Bu kanser daha çok lenf bezleri yoluyla yayılır. Papiller kanser tiroid bezinde uzun zaman sessiz kalabilir ve hiç bir şikayet ve belirti vermeden veya ölüme neden olmadan yıllarca mevcut olabilir.

Genç erişkinlerde papiller kanser genellikle iyi seyirlidir ve 40 yaş altında nadiren ölüme neden olur. Yaşlı hastalarda ise daha hızlı seyreder. Boyunda lenf bezlerinde kanser yayılımının olması genç erişkinlerde kötü bir risk taşımasa da, 40 yaş üzerindeki hastalarda hastalığın hızlı bir seyir göstereceğine işaret eder.

Kaç Türlü Tiroid Kanseri Vardır

Kabaca 4 türlü tiroid kanseri vardır:

1-Papiller Tiroid kanseri
2-Folliküler Tiroid kanseri
3-Medüller tiroid kanseri
4-Anaplastik tiroid kanseri.

En sık görülen tiroid kanseri papiller kanserdir. Folliküler kanser papiller kansere göre daha az görülür. Papiller ve folliküler kanserin her ikisine birden ‘’Diferansiye tiroid kanserleri’’ adı da verilir ve bu iki kanserin tedavileri benzerlik gösterir. Papiller ve folliküler kanserleri tiroglobulin adı verilen bir protein yapar ve salgılarlar. Ameliyat olmuş bir kanser hastasında tiroglobulinin kanda yükselmesi kanserin vücutta olduğu veya nüks ettiği anlamına gelir.

Bazen hem papiller hem de folliküler kanserler 0.5 cm çapında küçük lezyonlar şeklinde olabilir. Bunlar genellikle iyi seyirli olsalar da bazen yayılım yapabilirler. Bu nedenle biz küçük de olsalar tüm kanserlerde tiroid bezinin tamamen alınıp arkasından radyoaktif iyot tedavisini seçmekteyiz.

Tiroid Kanserli Kişide Ne Gibi Belirtiler Olur

Tiroid kanserli hastaların çoğunda hiçbir belirti veya şikayet yoktur. Bir kısmında boyunda bir şişlik gelişir ; çoğunda ise bir nodülden yapılan biyopsi sonucu kanser saptanır. Biyopsi normal çıktığı halde ameliyat edilen bezin nodül dışındaki bir alanında bazen milimetrik boyutta küçük kanser odağı saptanabilir. Tiroid bezinin hızlı büyümesi ve sert olması kanser şüphesini artırır. Ses kısıklığı ve boyunda lenf bezlerinin şişmesi de tiroid kanser şüphesini artırır.

Bazen özellikle çocuklarda boyundaki lenf bezlerindeki büyüme ilk bulgu olabilir. Çok nadiren bir kanser ağrılı ve baskı şikayetleri dediğimiz ses kısıklığı, nefes darlığı veya yeme zorluğu ile ortaya çıkar. Bazen hastalar ilk olarak vücudun diğer tarafındaki lenf bezi büyüklüğü, kemik kırıkları veya çok nadiren tiroid bezi fazla çalışması (hipertiroidizm) ile karşımıza çıkabilir. Bununla beraber çoğu hastada hiçbir şikayet yoktur.

Boyundaki kitlenin veya nodülün nefes borusuna yapışık olması, sert olması, son zamanlarda hızlı büyümesi, yeme zorluğu, ses kısıklığı veya ses kalınlaşması ve büyümüş lenf bezleri kanser olasılığını kuvvetlendirir.

Tiroid Kanseri Neden Oluşur

Çoğu kanserde olduğu gibi tiroid kanserinin nedeni tam olarak bilinmemektedir.
Diğer kanserlerde olduğu gibi radyasyona maruz kalmak tiroid kanser sıklığını artırır. Çocukluğunda 200-700 rad civarında radyasyon almış kişilerde 20-25 yıl sonra tiroid kanser sıklığının arttığı saptanmıştır. Bir araştırmada 500 rad civarında radyasyon alan şahıslarda tiroid kanser sıklığının % 2 civarında olduğu ortaya konmuştur. Rusya’daki Çernobil nükleer santrali kazasından sonra o bölgede yaşayan kişilerde tiroid kanserinde büyük artış olmuştur. Son yıllarda yapılan araştırmalar tiroid kanserlerinde bazı genetik bozuklukların önemli rol oynadığını göstermiştir.

Tiroid Kanseri Kimlerde Daha sık görülür

Tiroid kanseri kadınlarda erkeklere göre 2 kat daha fazla görülür. Tiroid kanseri kadınlarda görülen kanserler arasında sıklık açısından sekizinci sıradadır. Ancak nodülü olan erkeklerde kanser riski daha fazladır. Tiroid kanseri her yaşta görülebilir.

Tiroid Kanserinde Teşhis

Sintigrafi, en dikkat çekici bulguyu veren tetkiktir. Çoğunlukla soğuk nodül (hipoaktif nodül) görüntüsü verir. Ama bazen ılık (normaaktif) nodül de kanser çıkabilir. Hatta sıcak nodülün bile kanser çıktığı görülmüştür.

Guatrda kullanılan yöntemler tercih edilen bu kanser türünde kan hormon ölçümleri, iğne ile biyopsi ve tiroid ultrasonografisi kullanılır.

Popiller tiroid CA ve Folliküler tiroid CA da başarı çok yüksek iken medüller tiroid CA'da oran düşüktür. Anaplastik tiroid CA da ise oldukça tedavi oldukça zordur.

Tiroid Kanseri Belirtileri

Genellikle tiroid kanserinin ilk belirtisi boynun tiroid bölgesinde oluşan bir yumrudur ancak sadece bunların çok azı (%5 kadar) kötü huyludur. Bazen ilk işaret büyümüş bir lenf düğümüdür. Varolan bazı diğer belirtiler ise ağrı, seste değişme ve hipertiroid ya da hipotiroiddir.

Tiroid Kanseri Nedir

Tiroid kanseri çok sık görülmeyen ve büyük bir bölümü diğer kanserlere göre çok iyi seyreden bir hastalıktır. Tedavi ve takipleri doğru bir şekilde planlanmış hastalar teşhisten sonra çok uzun yıllar yaşayabilirler. Tiroid kanseri saptanmış hastalara yüksek doz radyoaktif iyot verilmesindeki amaç cerrahiden sonra geriye kalan tiroid dokusunun ve olası kanser yayılımlarının ortadan kaldırılmasıdır.

Bu tedavi ancak özel donanımlı tedavi odası olan merkezlerde verilebilmektedir. Böyle bir odaya ihtiyaç duyulmasının sebebi tedavi gören hastalar vasıtasıyla radyoaktivitenin kontrolsüz bir biçimde çevreye bulaşmasının önüne geçmektir. Hastalar bu odada kaldıkları sürece normal yaşantılarına devam edebilirler. Hergün hastaların vucutlarında bulunan radyoaktivite miktarı ölçülür, taburcu olmalarına engel teşkil etmeyecek bir seviyeye ulaşıldığında hastalar evlerine gidebilirler. Ancak evlerinde de bir hafta daha alınması gereken önlemlere uyarak yaşantılarını düzenlerler.

Hastalar belirli aralıklarla kontrole çağırılırlar, tetkiklerin sonucuna göre bir takip metodu planlanır. Cerrahi ve radyoaktif iyot tedavisiyle tiroid bezleri yokedilmiş olan bütün hastalar vücüdumuzdaki hayati fonksiyonların düzenliyicisi olan tiroid hormonunu yaşamları boyunca dışardan (hap şeklinde) alırlar.

Tiroid hastalıklarının (guatrın çeşitli şekilleri ve tiroid kanseri) teşhis, tedavi ve takiplerinin doğru bir şekilde yapılabilmesi için multidisipliner (birden fazla tıbbi branşı ilgilendiren) bir yaklaşım gereklidir. Bu nedenle hastalar öncelikle bir endokrinolog tarafından ele alınır.

Rahim Ağzı Kanserinde HPV Aşısı

Etiyoloji'de HPV'nin anahtar rolü oynaması bu virüse karşı aşı çalışmalarını indüklemiş ve oldukça etkin koruyucu aşılar geliştirilmiştir. Yakın gelecekte bu aşıların kullanımının yaygınlaşmasıyla 20-30 yıllık bir süreçte serviks kanseri insidans ve mortalitesinde önemli azalmalar beklenmektedir.

Günümüzde 2006'da onaylanan quadrivalan (4'lü) ve 2007'de onaylanan bivalan (2'li) olmak üzere 2 çeşit HPV aşısı mevcuttur. Her iki aşının da adölesan dönemde uygulanması en yüksek immün yanıtı oluşturmaktadır[18]. Halen Amerikan İlaç Gıda Dairesi (FDA) ve Avrupa Komisyonu tip 6, tip 11, tip 16 ve tip 18 içeren HPV aşısı; servikal kanserlerin, yüksek dereceli servikal displazinin, prekanseröz servikal lezyonun, prekanseröz vulvar displastik lezyonların ve yaygın genital siğillerin (kondiloma akuminata) önlenmesi için onaylamıştır. Bu aşı 11-12 yaşlarında 3 doz olarak uygulanmaktadır. Bununla beraber 9-26 yaşlarında bu aşı uygulanabilir. Profilaktik HPV aşılarının rutin servikal tarama ile birlikte HPV ile ilişkili morbidite ve mortalite üzerinde çarpıcı etkileri olacağı öngörülmektedir.

Toplumda HPV'nin onkojenik türlerinin yaygınlığına bağlı olarak aşının HPV enfeksiyonlarını %65-76 oranında önlediği kanıtlanmıştır. HPV 16 ve 18 suşlarına bağlı oluşan hastalıkları önlemede hem bivalan (2'li) hem quadravalan (4'lü) aşının koruyuculuğu %90'ın üzerindedir. Bununla beraber quadrivalan (4'lü) aşının %100 etkin olduğu çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir

Rahim Ağzı Kanserinde Gidiş ve Sonlanış

Prognoz kanserin evresine bağlıdır. Tedavi ile, 5-yıllık sağ kalım oranları, invaziv serviks kanserinin sadece erken evresi göz önüne alındığında %92, tüm evreler hesaba katıldığında ise 5-yıllık sağkalım oranı yaklaşık %72'dir. Bu istatistik sonuçları bu kanserin erken tanısının artmasından ötürü değişmiş olması muhtemeldir.

Teşhisten 5 yıl sonra tedavi ile sağkalım oranları, evre I kanser için %80-90, evre II için ise %50-65, evre III için sadece %25-35 ve evre IV için ise %15'ten azdır. Metastaz varlığında ise sağkalım oranları ciddi oranda düşmektedir.

Rahim Ağzı Kanserinde Tedavi

Kanseröz ve pre-kanseröz servikal oluşumlarda birçok tedavi seçeneği bulunmaktadır. Her vakada hasta ve hekim en uygun tedavi yöntemine karar verir. Ayrıca saptanan lezyonun evresi de tedavinin seçiminde önem kazanmaktadır:

* Erken evrelerde lazer, kriyocerrahi (oluşumu dondurma), LEEP (elektrocerrahi eksizyon yöntemi - Loop electrosurgical excision procedure) rahim ağzından lezyonlu bölgenin kesilip çıkarılması, konizasyon (koni şeklinde doku parçasının alınması) yöntemlerinden uygun görülenler uygulanabilir.
* İleri evrelerde histerektomi (kadın üreme organlarının alınması), radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapi (antikanser ilaçları ile tedavi) yöntemlerinden biri veya uygun olan kombinasyonları uygulanabilir

Rahim Ağzı Kanserinde Tanı Yöntemleri

Kesin tanı -tüm kanserlerde olduğu gibi- biyopsi ile konulur. Yani altın standart biyopsidir. Tarama yöntemlerinde patoloji şüphesi durumda daha ileri tetkiklere ihtiyaç duyulur. LEEP (elektrocerrahi eksizyon yöntemi, Loop electrosurgical excision procedure; rahim ağzından lezyonlu bölgenin kesilip çıkarılması) ve konizasyon (koni şeklinde doku parçasının alınması) yöntemleri ile biyopsi materyali alınması ve bu materyalin histopatolojik incelenmesiyle tanı konulur.
Sağlıklı dokudan, kanser oluşumuna kadar meydana gelen mikroskobik değişiklikler

Neoplastik değişiklikler skuamokolumnar bileşkeden (junction) başlar. Serviks kanseri gelişmesinde serviks epitelinde birbiri ardısıra gelen değişiklikler olur, bu da serviks kanserinin erken tanısında önem taşır.

Bu değişiklikler sırasıyla:

1. Normal endoservikal kolumnar epitel
2. Skuamöz metaplazi
3. Hafif-orta-ağır displazi
4. Karsinoma in situ
5. Mikroinvazif karsinom
6. Belirgin invazif karsinom, şeklindedir.

Premalign lezyonların evrelendirilmesi [değiştir]
Servikal intraepitelyal ağır displazinin (CIN3) H&E boyamada histopatolojik görüntüsü

Preinvaziv servikal hastalık kavramı, 1947 senesinde invaziv kanser görünümüne sahip ancak epitelle sınırlanan epitelial değişiklikler tanımlandığında ortaya atılmıştır. Displazi ve CIS'ın (Karsinoma in situ) sürekli bir olayın farklı basamaklarını teşkil ettiğini düşünen Richart, 1967 yılında servikal intraepitelial neoplazi (CIN I, II, III) terimini tanımlamıştır. Sonraki çalışmalar bu lezyonların tedavi edilmemeleri halinde servikal kansere yol açabileceğini gösterdi. Şimdi ise tedavi edilmediği zaman erken CIN lezyonlarının çoğunun eş zamanlı olarak gerilediği bilinmektedir. Günümüzde anormal lezyonların gelişiminde premalign displastik değişikliklerin değerlendirilmesi için CIN sistemi kullanılmaktadır.

Servikal intraephitelial neoplazi (CIN):

* CIN I Hafif displazi (atipik hücreler epitelin alt 1/3’ünde sınırlı)
* CIN II Orta displazi (atipik hücreler epitelin alttan 2/3'lük kısmında ise)
* CIN III Ağır displazi (epitelin tamamına yakını tutulmuş ise)
* CIS Karsinoma in situ (epitelin tamamı tutulmuşsa)

Not I: CIN I düşük evreli skuamöz intraepitelyal lezyon; CIN II/III yüksek evreli skuamöz intraepitelyal lezyon olarak da isimlendirilir.

Not II: Bütün lezyonlarda bazal membran sağlamdır.

İnvaziv servikal kanserler genellikle uzun bir preinvaziv hastalık evresini izlerler. Mikroskopik olarak, invaziv karsinomlara ilerlemeden önce hücresel atipiden, değişen derecelerde servikal intraepitelyal neoplazilere (CIN) ilerleyen prekürsor lezyonlar spektrumu ile karakterizedir. CIN I lezyonlarının büyük çoğunluğunun geçici olduğu; kısa dönemlerde normale gerilediği veya yüksek derecelere ilerlemediği iyi bilinmektedir. Diğer taraftan, yüksek dereceli (CIN II, III)'ler, her ne kadar bu tür lezyonların da bir kısmı gerilese de, yüksek oranda invaziv kansere ilerleme olasılığı taşır. Servikal öncü lezyonların invaziv kansere ilerlemesinin ortalama 10 ila 20 yıl kadar uzun bir zaman aldığı bilinmektedir.

Rahim Ağzı Kanserinde Belirti ve Bulgular

Serviks kanseri erken evrelerinde asemptomatik olabilir. Stromal invazyon ilerledikçe, hastalık klinik olarak belirgin hale gelir. Genital sistem muayenesinde görülebilen çeşitli büyüme paternleri gösterir. Erken lezyonlar; dokunmakla kanayan, kaba, kırmızımsı granüler alanlar şeklinde görülür.

Orta derecede ilerlemiş veya ilerlemiş invaziv serviks kanseri olan bu kadınlar sıklıkla aşağıdaki belirtilerden bir veya daha fazlasını gösterirler. Bu belirtiler: iştah azlığı, kilo kaybı, halsizlik, pelvik ağrı, sırt ağrısı, bacak ağrısı, tek taraflı şiş bacak, vajinadan aşırı kanama, vajinadan idrar veya gayta gelmesi ve metastaz gelişmesine bağlı kemik kırıklarıdır. Ayrıca; intermenstrüel kanama, postkoital kanama, aşırı seropürülan akıntı, tekrarlayan sistit, bel ağrısı, alt abdominal ağrı, alt ekstremitede ödem, obstrüktif üropati, bağırsak obstrüksiyonu, ciddi anemiye bağlı nefes darlığı ve kaşeksi de görülebilen diğer bazı belirtilerdir. Özellikle vajinal kanama varlığında malignansi (habis tümör) varlığı akla gelmelidir. Bununla beraber, vajinal akıntıda artış ve cinsel ilişki sırasında ağrı da servikal kanser semptomlarıdır. Hastalığın ilerleyen safhalarında; abdomen, akciğer ve başka diğer bölgelere metastazlar görülebilir.

Daha ileri kanserler; kanama ve kötü kokulu akıntı ile birlikte, prolifere olan, kabartı oluşturan, mantar veya karnabahar benzeri büyüyen lezyonlar şeklindedir. Bazen fazla yüzeyel büyüme göstermeden, kaba, granüler yüzeyli, bütünü ile büyümüş irregüler serviks şeklinde görülür. İnvazyon arttıkça , vajina, parametrium (rahim çevresinde bulunan bağ dokusu), pelvik yan duvarlar, mesane ve rektum tutulur. İlerlemiş bölgesel hastalığa bağlı olarak üreter kompresyonu, hidronefroz ile sonuçlanan üreteral obstrüksiyona neden olur ve sonunda böbrek yetmezliği gelişir. Bölgesel invazyonun yanısıra bölgesel lenf düğümlerine metastaz olur. Paraaortik lenf düğümlerindeki metastatik kanser lenf düğümünün kapsülünden dışarı yayılabilir ve doğrudan vertebrayı ve sinir köklerini tutarak sırt ağrısı oluşturabilir. Siyatik sinir köklerinin dallarının doğrudan yayılımı sırt, bel ve bacak ağrısına; pelvik duvar venlerinin ve lenfatiklerinin sıkıştırılması ise bacaklarda ödeme neden olur. Hastalıkta uzak metastazlar geç olur, genellikle paraaortik nodlar, akciğerler, karaciğer, kemik ve diğer yapılar tutulur.

Rahim Ağzı Kanserinde Tarama Testleri

Serviks kanserinin yavaş doğal seyri, displastik lezyonların erken tanınmasında ve invaziv kansere progresyonun önlenmesinde tarama programlarının önemini ortaya koymaktadır. Hastalığın hafif displazi ile başlayıp invaziv karsinoma doğru devamlılık gösterdiğinin kanıtı servikal displazinin 20'li yaşlarda, karsinoma in situnun 25-35’li yaşlarda ve invaziv hastalığın 40 yaşından sonra görülmesidir. Bu yüzden, invaziv kanser aşamasına gelmeden önce lezyonları yakalamak için taramaya erken yaşlarda başlanılmalıdır.

Çoğu kanserde olduğu gibi serviks kanserinde de erken tanının yaşam süresi ile yakın ilişkisi vardır. Preinvazif olgularda 5 yıllık yaşam %100 olurken; bu değer erken lokalize tümörlerde %92, lokal yayılım durumunda %49, uzak metastaz durumunda ise %15 dolayındadır.

Bunlar arasında uzun zamandan beri başarı ile uygulanmakta olan Papanicolaou smear (PAP smear) testi ile elde edilen materyalin servikal yayma yöntemi ile tarama çalışmalarının büyük önemi vardır. 1943'de Papanicolaou ve Traut'un yayınladığı uterus kanserlerinin vaginal smear ile tanısı konusundaki çalışmasından sonra, servikal lezyonların preinvazif (in situ) evrede saptanmasıyla serviks kanserinden ölüm oranları %50-70 azalmıştır.

Günümüzde servikal kanserlerin taranmasında kullanılan en yaygın yöntem Papanicolou Smear (PAP smear) tarama testidir. PAP smear testi, ucuz ve kolay olması, hastalar tarafından kolay kabul edilebilmesi ve toplumsal taramalarda kullanılarak serviks kanserinden ölümleri yaklaşık %75 oranında düşürebilmesi ile eşsiz bir tarama yöntemidir. Buna rağmen serviks kanserlerinin %50'den fazlasının daha önce hiç PAP smear testi yaptırmamış ve %60'tan fazlasının da son 5 yıl içinde hiç tarama yaptırmamış kadınlarda olduğunu gösteren çalışmalar vardır.

Pap smear ile servikal kanser taraması, kanser önlenmesine yönelik ve maliyet açısından etkin olan çok nadir metodlardan birisidir. Servikal kanser, etiyopatogenezi açısından belirli prekanseröz aşamalardan geçtikten sonra belirli bir süre sonunda invaziv lezyon haline gelmektedir. Bu nedenle servikal kanserlerin premalign aşamada yakalanması ve tedavi edilmesi, insidans ve mortaliteyi düşürecektir.

Servikal kanserin erken teşhisine yönelik PAP smear taramasıyla ilgili olarak American Cancer Society (ACS), kadınların ilk seksüel deneyimden 3 yıl sonra veya seksüel aktif olsun ya da olmasın 21 yaşına geldiklerinde, 30 yaş ve üzerinde her yıl, üç yıl negatif sonuç çıkması durumunda 3 yılda bir PAP smear testi yaptırmalarını, 70 yaşın üzerinde ve son 10 yılda anormal PAP test sonucu olmayan, üç veya daha fazla normal PAP test sonucu olan kadınların servikal kanser tarama programından çıkarılmalarını bildirmiş; benzer şekilde American College of Obstetricians and Gynecologist (ACOG), hayatı boyunca herhangi bir dönemde veya halen seksüel aktif olan ya da 21 yaşına gelmiş tüm kadınların yıllık pelvik muayene ve PAP smear yaptırmalarını, 30 yaş üzerinde ve 3 yıl ardışık yıllık normal pelvik muayene ve PAP smear sonucu olan kadınların daha uzun aralıklarla kontrol edilebileceğini bildirmiştir

Rahim Ağzı Kanserinde Risk Faktörleri

Serviks kanseri için birçok risk faktörü tanımlansa da, son epidemiyolojik çalışmalar bu kanser türü için majör risk faktörünün HPV (insan papilloma virüs) enfeksiyonu olduğunu göstermektedir. Serviks kanseri olgularının neredeyse tümünde HPV enfeksiyonu olduğu gösterilmiştir. Bununla beraber kanser gelişimini tetikleyen başka risk faktörleri de mevcuttur. Bu risk faktörleri: erken yaşta cinsel ilişki (20 yaştan önce), çok sayıda cinsel eş, eşin çok eşli olması (erkeğin başka eşlerinin olması), yüksek parite (doğum sayısının fazlalığı), kötü hijyen, düşük sosyoekonomik seviye, pozitif aile öyküsü (aile (kan bağı olan) fertlerinde servikal kanser tanısı konmuş olması), sigara kullanımı, yetersiz beslenme (bilhassa; vitamin C, vitamin A, beta karoten ve folat eksikliği), klamidya trachomatis enfeksiyonu ve cinsel yolla bulaşan diğer bazı ajanlardır. Bunlara ek olarak eskiden risk faktörü olarak kabul gören, uzun süreli oral kontraseptif (doğum kontrol hapı) kullanımı ve Herpes simpleks virüs tip II enfeksiyonu günümüzde artık risk etkeni olarak kabul edilmemektedir.

Risk faktörleri arasında özellikle paritenin önemi yaklaşık 150 yıldır bilinmekte olup cinsel temasa ve buna bağlı faktörlere araştırmacıların dikkatini çekmiştir. Bu nedenle birçok cinsel yolla bulaşan hastalık ve virüsler araştırılmıştır. 1970'li yıllarla beraber HPV üzerinde çalışmalar başlamış ve pozitif bulgularla beraber günümüzde önemli bir bilgi birikimi elde edilmiştir. Bugün serviks kanseri gelişimi için HPV'nin mutlaka var olması gerektiği, diğer risk faktörlerinin ya virüsle karşılaşma oranlarını arttırdığı ya da viral persistansı-karsinojenik süreci hızlandırdığı için önemli olduğu üzerinde durulmaktadır.

Rahim Ağzı Kanserinde Sıklık ve Yaygınlık

Halk arasında rahim ağzı kanseri olarak bilinen serviks kanseri, dünya üzerinde her 2 dakikada bir kadının ölümüne neden olan ve değişik ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınlarda meme kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanserdir. Avrupa'da her yıl 50 bin, dünyada ise 500 bin kadına serviks kanseri tanısı konmakta, Avrupa'da yılda 25 bin, dünyada da 250 bin kadın bu nedenle ölmektedir. Gelişmiş ülkelerde kadın kanserlerinin %3,6'sını, gelişmemiş ülkelerde kadın kanserlerinin %15'ini oluşturur. ABD ve Birleşik Krallık'taki serviks kanseri sıklığının dünya çapındaki sıklığının yarısı kadar olması PAP smear taramasının başarısına atfedilmektedir..

Türkiye'ye ait geniş bir veri tabanı olmamasına rağmen 2002 verilerinde Dünya kanser veri tabanına (Globocan) göre kadınlarda ölüme sebep olan 7. kanser olduğu görünmektedir. 1999 yılı T.C. Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre Türkiye'de genel kanser insidansı 100.000'de 30,38; meme kanseri insidansı 7,32 iken, serviks kanseri 0,95'dir ve sıklık sıralamasında 7. sıradadır[1]. Türkiye'de en güvenilir kanser istatistiklerinin tutulduğu İzmir ilinde 1993-1994 yıllarında yapılan bir değerlendirmede serviks kanseri; meme kanseri ve kolorektal kanserlerden sonra 3. en sık kanser, insidansı da 100.000'de 5,4 olarak belirlenmiştir.[10]. Türkiye'de servikal kanserin diğer ülkelere göre daha az görülmesi, bildirim sisteminin ve sağlık hizmetlerine erişimin yetersizliğine atfedilmiştir.

Rahim Ağzı Kanseri Nedir

Serviks kanseri, servikal kanser ya da rahim ağzı kanseri, rahim ağzının (servikal alanın) habis (kötücül) kanseridir. Serviks kanseri, epitelden köken alan habis tümör, yani karsinomdur. İlk belirtisi vajinal kanama olabilir, ama iyice ilerleyene kadar bir belirti göstermeme durumu da söz konusudur. Tedavisi, erken evrelerde ameliyat, ileri aşamalarda kemoterapi ve radyoterapidir.

Serviks kanseri; dünya üzerinde her 2 dakikada bir kadının ölümüne neden olan ve değişik ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınlarda meme kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanserdir.

"Papanicolaou smear" (PAP smear) testi ile serviks kanseri oluşumu öncesi değişikliklerin tanınması mümkün olmaktadır. Serviks tarama çalışmalarının rutin olarak kullanıldığı ülkelerde invaziv serviks kanseri oranı %50'den fazla azalmıştır.

Epidemiyolojik çalışmalar serviks kanseri için majör risk faktörünün insan papilloma virüs (Human Papilloma Virus 'den kısaltma HPV olarak anılır) enfeksiyonu olduğunu göstermektedir. Serviks kanseri - HPV enfeksiyonu ilişkisi, akciğer kanseri - sigara ilişkisinden daha sıkı bir ilişkidir[2]. Serviks kanser vakalarının hemen hepsinin (%99,7) gelişmesinde HPV enfeksiyonunun gerek şart olduğu bulunmuştur. Morbidite ve mortalite oranları çok yüksek olan bu kanserden korunmada HPV aşısının geliştirilmiş olması büyük öneme haizdir. Serviks kanserinin %70'ine neden olan iki HPV suşuna karşı geliştirilmiş bir aşı, AB ve ABD pazarları için lisanslanmıştır. Bu aşı, sadece en sık görülen virüs tiplerine karşı etkili olduğu için, aşılanan kadınların PAP smear taramasına devam etmeleri önerilmektedir.

12 Aralık 2008 Cuma

Kanserden Koruyan 4 Besin

New York Üniversitesi egzersiz yapmanın hayati olduğunu hatırlattı ve kanserden koruyan 4 besini sıraladı:

D vitamini D vitamini alan kişilerde kanser riski yüze 60 ile 77 arasında azalıyor. Güneş ışığından alınan D vitamini bağışıklık sistemini koruyor ve kanser hücrelerinin yok edilmesinde etkili oluyor. Sardalya ve somon gibi balıklarda da bulunuyor.

Üzüm: Üzüm ve yaban mersinine mavimsi rengini veren “pterostilbene” adlı madde özellikle bağırsak kanseriyle savaşıyor.

Ceviz: Yüksek miktarda selenyum içeriyor. Her gün bir avuç yiyenlerde akciğer kanseri riski yüzde 46 oranında azalıyor.

Egzersiz: Haftada bir kez 1 saat egzersiz yapanların prostat kanseri riski yüzde 38 azalıyor.

Çay: Günde üç fincan çay içenlerde boğaz kanserine yakalanma riski, içmeyenlere göre yarı yarıya düşüyor. Yeşil çayda daha yüksek oranda bulunan antioksidanlar kansere karşı etkili.

11 Aralık 2008 Perşembe

Akciğer Kanseri Vakalarında Ciddi Artış

Süleyman Demirel Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ünal Şahin, Isparta ve Türkiye genelinde son yıllarda akciğer kanseri vakalarında ciddi artış olduğunu bildirdi.

Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2002-2004 yılları arasında SDÜ Göğüs Hastalıkları bölümüne başvuran hastalardan akciğer kanserine yakalananların sayısının toplam 87 iken, son bir yıldaki rakamın 75 olduğuna işaret etti. Bunun da kanser vakalarında yüzde 80 oranında artış olduğunu gösterdiğini ifade eden eden Şahin, vaka artışında sigara, yanlış kentleşme, uygunsuz ve yetersiz yakıt yakma teknikleri, yeşil alanların azalması, motorlu araç sayısındaki artışın neden olduğu hava kirliliğin önemli bir neden olduğunu söyledi.

Isparta'da kış aylarında şehir merkezinde hava kirliliğinin sağlığı olumsuz etkilediğini belirten Şahin, hava kirliliğinin Türkiye genelinde pek çok ilde etkili olduğunu bildirdi.

Hava kirliliğinin en yoğun olduğu bölgelerde akciğer kanserinin de fazla olduğunu vurgulayan Şahin, şöyle konuştu:

''Hava kirliliğine neden olan kükürtdioksit, azot dioksit gibi maddelerin sigara dumanındaki kanserojenik maddelerin etkilerini artırdıkları saptanmıştır. Dizel aracın egzozundan çıkan gazlar ile petrol yanma ürünlerine maruz kalan kişilerde akciğer kanseri riski yüksektir. Akciğer kanseri, 20. yüzyılın başlarında nadir görülen bir hastalıktı. Sanayileşmeyle birlikte hızlı bir artış yaşanmaya başladı. Kentlerde yaşayanlarda akciğer kanseri gelişimi, kırsal kesimde oturanlara göre 1,26 - 2,33 kat daha fazladır. Günümüzde, çeşitli nedenlerle artan hava kirliliği, geleceğimizi de ciddi şekilde tehdit etmektedir. Yapılan yeni bir araştırmaya göre hava kirliliğine uzun süre maruz kalanlarda akciğer kanseri veya kalp hastalıklarına yakalanma riski ileri derecede artıyor.''

Hava kirliliğinin yoğun yaşandığı bölgelerde, astım ve Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığına (KOAH) da daha sık rastlandığını anlatan Şahin, son yıllarda yapılan çalışmalarda hava kirliliğinin çocuklarda akciğer gelişimini yavaşlattığının da ortaya çıktığını kaydetti.

Şahin, hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkilerini azaltmak için alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:

''Kamuoyunun ve sivil toplum örgütlerinin konuya sahip çıkması, toplumsal bir bilinç oluşturulması sorunun çözümünde aynı derecede önem taşımaktadır. Özellikle akciğer ve kalp hastalığı olan hastalarımıza da çeşitli önerilerde bulunmak istiyorum. Birincisi, eğer seçme şansınız varsa, yaşadığınız kentlerin nispeten az kalabalık ve sanayi tesislerinden uzak, havasının daha temiz olduğu semtlerinde yaşayın. Evlerinizi havalandırırken, kalorifer ve sobaların yandığı sabah ve akşam saatlerinden çok, havanın nispeten temiz olduğu öğlen ve ikindi saatlerini seçin. Evi ısıtmak amacıyla soba kullanıyorsanız, baca çekişinin iyi olması, etkili yanma sağlayan, çevreye duman yaymayan kaliteli sobalar kullanın. Gerek kalorifer gerekse de sobalarda kalorisi yüksek, kirlilik oranı düşük standartlara uygun kömür ve sıvı yakıtların kullanın. Astım gibi hastalıkları olanlar, tedavilerini daha titizlikle uygulasınlar.''

Akciğer kanserlerinin diğer önemli bir nedeninin de sigara kullanımı olduğunu dikkati çeken Şahin, sigaranın erken yaşlarda kullanımının daha büyük bir tehlikeyi ön plana çıkardığını kaydetti.

Prostat Kanseri Hakkında

Prostat kanserleri yavaş büyürler. Prostatın dışına taşmamış kanserlerde tedavi verilsin verilmesin, sağkalım en az 5 yıldır. Bu yüzden klasik tedavilerle hastaların yaşam sürelerinin uzayıp uzamadığı konusu halen belirsizdir.

Prostat kanserinde tedavinin amacı yaşamı kısmen uzatmaktır. Erken evredeki prostat kanseri ameliyat ile çıkartılarak hastalığın ortadan kaldırılmasını amaçlar. İlerlemiş olanlarda ise yakınmaların ortaya çıkışının geciktirilmesi veya bir süre engellenmesine yöneliktir. Bu yüzden prostat kanserinin tam olarak tedavisi ilerleyen evrelerde mümkün değildir. Bilinçli ve bilgili olmak erken tanıyı, erken tanı da hayatınızın kurtulmasını sağlayabilir.

Kanserin aşaması ve yaygınlığı, hastanın yaşı, farklı tıbbi sorunlarının bulunması, tedavinin istenmeyen etkileri gibi faktörler, her kanserde olduğu gibi önemli etmenlerdir.

Prostat Kanserinin Klasik Yöntemlerle Tedavileri

Cerrahi Tedavi: Radikal prostatektomide prostat bezi tamamen alınır. Tümör bezin dışına yayılmamışsa bu uygulama başka tedaviye gerek bırakmayabilir fakat: İdrar kaçIrma, ereksİyon eksİklİğİ gibi istenmeyen yan etkileri vardır. Ayrıca cerrahİ ve amelİyata bağlI rİsklerİ de mevcuttur.

Radyasyon tedavisi: Ameliyatın alternatifi olan bu tedavide kanser hücrelerini öldürmek için yüksek enerjili radyasyon kullanılır. Tümörün prostat bezi boyunca yayıldığı ancak hala komşu dokularla sınırlı olduğu durumlarda yarar sağlar. Kanamalı ya da kanamasız ishal, idrar yaparken rahatsızlık hissi ve empotans (iktidarsızlık) görülür.

Hormon Tedavisi: Erkek cinsiyet hormonlarının baskılanması yolu ile kanser hücrelerinin yok edilmesidir. Kanserin büyümesini yavaşlatır ancak tam tedavi sağlamaz. Kanser prostat bezinin dışına yayılana kadar uygulanmaz. Cinsel istek kaybı ve ereksiyon yokluğuna sebep olur.

Kemoterapi: Kanser prostat bezinin dışına yayıldığında, hormon tedavisi ve diğer tedaviler başarısız olduğunda uygulanır. Kemoterapinin bilinen tüm yan etkileri ve olumsuzlukları söz konusudur.

Prostat Kanserinin Klasifikasyonu

Prostat kanseri için 2 tip değerlendirme kullanılır: Skorlama ve evreleri.

Skorlama: kanser hücrelerinin normal hücrelerle kıyaslandığında ne kadar farklı göründüğünü ortaya koyar. Tümör hücrelerinin ne kadar agresif olduğunun göstergesidir. Genellikle 2-10 arasında derecelendirilen Gleason skoru kullanılmaktadır.

Evreleri ise kanserin büyüklüğü ve lokasyonu ile ilgilidir. TNM (Tümör-Nodül-Metastaz) evrelerinde N değeri etkilenmiş limp nodüllerini (0-3 arası) M değeri ise tümörün uzak bir metastazının mevcudiyetini (0-1 arası) gösterir.

Prostat Kanserinde Tanı

PSA ismi verilen kan tetkikinin (kanda prostat-spesifik antijen düzeyine bakılması) yaygın kullanımı ile birlikte erken tanı yaygınlaşmakta, hastalık yayılmadan önce teşhis edilebilmektedir. PSA kan testinin sonuçları milimetrede nanogram (ng/ml) olarak verilir. 4ng/ml'nin altındaki değerler normal kabul edilir. 4-10ng/ml arasındaki değerler sınır, 10ng/ml üzeri ise yüksek kabul edilir. PSA testi sonucu ne kadar yüksek çıkarsa, prostat kanseri riski o kadar yüksek demektir. Bu test kanserin varlığı hakkında kesin sonuç vermeyebilir çünkü prostat iltihabı ve benign prostat hiperplazisi (prostatın iyi huylu büyümesi) de PSA seviyelerini yükseltir. Rektal tuşe, yani makattan elle kontrol de mutlaka yapılmaıldır. Bu muayene sonrası doktorunuz prostatta anormallikler görüyorsa PSA testleri normal dahi olsa prostattan kesin tanı için parça alınarak (biyopsi) patolog tarafından incelenip kesin tanı konması önerilir.

PSA test sonuçlarını şu özel durumlar etkileyebilirler:
* Makattan muayene sonrası PSA düzeyi artabileceği için PSA tetkiki önce yapılmalıdır.
* Ejakülasyon (cinsel boşalma) da PSA değerlerini yükseltir bu yüzden test, 2 günlük cinsel perhiz sonrası yapılmalıdır.
* Bazı ilaçlar ve bitkiler PSA düzeyini düşürebilirler. Bu yüzden bu konuda hekiminiz bilgilendirilmelidir.

Genel olarak prostat kanseri, PSA test, parmakla rektal muayene, transrektal ultrason ve prostat biyopsisi gibi yöntemlerle tanısı konulabilen bir hastalık olup, transrektal ultrasonla parmakla tespit edilemeyen çok küçük ve ulaşılmayan bölgelerdeki tümörler de tespit edilebilir.

Prostat Kanseri Belirtileri Nelerdir

Ereken dönemde hiç bir yakınmaya neden olmazken, ileri safhalarda idrar yapma zorlukları, idrarda kan görülmesi, prostatın büyümesine bağlı zorluklar, karnın alt kısımlarında bel ve kemiklerde ağrılar, penisin sertleşmemesi, bacaklarda şişlik gibi belirtiler görülebilir fakat aynı sorunlar farklı hastalıklarda da görülebileceği gibi (idrar yolu enfeksiyonları, böbrek taşları, prostatit) yakınmaların uzman bir hekim tarafından değerlendirilmesi gerekir.

Prostat Kanseri Nedir

Prostat, mesanenin altında, rektumun önünde, ceviz büyüklüğünde, erkek üreme sisteminin bir parçası olan, ejakülasyon (boşalma) esnasında spermi taşıyan semen için sıvı üreten bir salgı bezidir. Mesaneden idrarı boşaltan üretra kanalı da prostatın içinden geçer. Dolayısıyla prostat rahatsızlıkları ve kanserinin en belirgin özelliği prostatın üretrayı sıkıştırarak idrar akışını yavaşlatması, bazen de tamamen durdurmasıdır. Genellikle 50 yaş üzerinde görülür. Erkeklere özgü bir rahatsızlık olan prostat kanseri, sinsi bir hastalık olduğundan, prostat büyümesi söz konusu değilse, kansere ait hiç bir bulgu son evrelere kadar görülmeyebilir.

Dünyada en sık görülen üçüncü kanser türüdür. Belli bölge ve ırklarda değişik oranlarda görülmesi, genetik yatkınlık ve beslenme alışkanlıklarının önemli bir rolü olduğunu ortaya koymuştur. Soya ürünlerinin bol tüketildiği uzakdoğu ülkelerinde daha az görülen bu kanser türü, yüksek yağ içerikli beslenen toplumlarda daha sık görülmektedir (Örneğin A.B.D.'de, 7 erkekten birinde bu kansere rastlanmaktadır) Ayrıca likofen (domateste bulunan antioksidan bir madde), yeşil çay, selenyum ve E vitamini tüketimi hastalıktan koruyucu olabilmektedir.

10 Aralık 2008 Çarşamba

Mide Kanseri Olan Hastalar Nasıl Beslenmeli

Mide Kanserli Hastalarda Destek Tedavisi Prensipleri

Beslenme Neden Önemlidir?

Mide kanseri hastalarındaki ölümlerin %20 ile %40 kadarı, ameliyat sonrası sindirim sistemindeki değişiklikler, tedavide kullanılan ilaçlar (kemotereapi) veya direkt kanserin kendi doğası gereği, yetersiz beslenme sonucu meydana gelir.

Kemoterapi sırasında yaklaşık %40 oranında mukozit görülebilir.

Bu mukozit oranı kemoradyoterapi sırasında %100’e çıkabilir.

Beslenmede Amaçlar

Temel amaç tedaviyi sürdürebilmektir.

Besin ve mineral eksiklikleri önlemek veya düzeltmek.

Tedavinin kısa süreli ve uzun süreli yan etkileri en aza indirmek.

Vücudun kanserle savaşması için gerekli direnci sağlamak

Yapılan tedaviye uyumu arttırmak.

Hayat kalitesini arttırmak.

Sağlıklı ve ideal vücut ağırlığına ulaşmak ve korumayı sağlamak

Sağlıklı beslenme alışkanlıklarını kazandırmak potansiyel kanser yapıcı besinlerden uzak durma alışkanlığını kazanmak.

Beslenme konusunda iyi haberler gelmeye devam ediyor. Beslenmeye önem vermek tedavinin her aşamasında işe yarıyor. Son araştırmalar yoğun beslenmenin, klasik bakım ile karşılaştırıldığında klinik olarak işe yaradığını göstermiştir.

Mide Kanseri Diyetle ilişkili midir

Mide kanserinin diyetle ilgili olduğu kanıtlanmıştır. Bu riski artıran durumlar şöyle sıralanabilir:
1- Pişirme ve saklamada kullanılan yöntem
2- Gıdaların daha uzun süre bozulmaması için kullanılan koruyucu maddeler
3- Alınan gıdanın özelliği

Dışardan alınan yiyeceklerdeki risk faktörleri, vucut içindeki diğer risk faktörleri ile birleşerek mide içi mikroçevreyi değiştirerek kanser oluşumuna yol açar.

Proteinden fakir beslenme, vitamin A ve vitamin C eksiklikleri de bu mikroçevre değişikliklerinde rol alır.

Mide mikroçevre değişikliklerinin ana nedenleri olarak; aşırı tuzlu yiyecekler, mide PH'sında yükselme (mide asit düzeyinde azalma), nitrit ve nitrit metabolitlerindeki artış gösterilir.

Aralık 1987 – Mart 1988 yılları arasında Ankara’da yapılmış bir çalışma;

1) 100 mide kanserli hasta (adenokarsinom) ve 100 kontrol (yaş, cins, oturduğu yer, hasta grubuyla uyumlu) çalışmayı yapanlar tarafından tek tek diyet ve alışkanlıklar açısından sorgulanmış.

2) Belli gıdalar çay, sigara, alkol tüketimleri, diş hijyeni ve buzdolabı sayısı yönünden karşılaştırma yapılmış.

Çalışmanın Sonuçları:

1) Buzdolabı olmayan kanserli hasta sayısı kontrol grubundan çok (%24, %4 p<0.0001)

2) Diş fırçalama mide kanser olan hastalarda daha az (p <0.0001)

3) Mide kanseri olan hastalar daha az meyve ve sarı-yeşil yapraklı sebze ve et tüketiyorlar (p <0.0001)

4) Mide kanserli hastalar daha çok tuz ve tuzlu gıdalar tüketiyorlar

T.Demirer, F.İçli, Ö Uzunalimoğlu, Ö. Küçük: Cancer 1990; 65:2344-2348

Türkiye'de Mide Kanseri

Mide kanserinin belirtileri genellikle başlangıçta belirsizdir ve özellikli bir bulgusu yoktur. Başlangıçta mide kısmında ağrı, rahatsızlık ya da dolgunluk hissi, şişkinlik, midede yanma gibi yakınmalar vardır. Mide kanseri ilerledikçe şikayetler artar. Özellikle midenin girişi ya da çıkışında tıkanıklık oluşturan tümörlerde bulantı, kusma, yutma problemleri görülebilir. Mide kanseri ilerleyip mide duvarının büyük bir kısmını tuttuğu zaman mide fonksiyonları bozulmaya başlar ve hatta kanamalar görülür. İlerlemiş mide kanseri vakalarında karında kitle ele gelebilir ve eğer başka organları tutmuşsa tutulan organın özelliğine göre karında su toplanması (asit), boyunda lenf akımı yardımıyla olan yayılımda ele gelen lenf bezleri olabilir.

Yine başlangıçta mide kanserinde laboratuar ve görüntüleme yöntemleri ile bir özellik saptanamayabilir.

Mide Kanseri Sıklığı Nedir

Mide kanserinin belirtileri genellikle başlangıçta belirsizdir ve özellikli bir bulgusu yoktur. Başlangıçta mide kısmında ağrı, rahatsızlık ya da dolgunluk hissi, şişkinlik, midede yanma gibi yakınmalar vardır. Mide kanseri ilerledikçe şikayetler artar. Özellikle midenin girişi ya da çıkışında tıkanıklık oluşturan tümörlerde bulantı, kusma, yutma problemleri görülebilir. Mide kanseri ilerleyip mide duvarının büyük bir kısmını tuttuğu zaman mide fonksiyonları bozulmaya başlar ve hatta kanamalar görülür. İlerlemiş mide kanseri vakalarında karında kitle ele gelebilir ve eğer başka organları tutmuşsa tutulan organın özelliğine göre karında su toplanması (asit), boyunda lenf akımı yardımıyla olan yayılımda ele gelen lenf bezleri olabilir.

Yine başlangıçta mide kanserinde laboratuar ve görüntüleme yöntemleri ile bir özellik saptanamayabilir.

Mide Kanseri için Risk Faktörleri Nelerdir

Cinsiyet: Mide kanseri erkeklerde kadınlara oranla iki kat fazla görülür.

Yaş: Mide kanseri gelişen hastaların büyük çoğunluğu 50 yaşın üzerinedir.

Diyet: Aşırı tütsülenmiş, tuzlanmış yada kızartılarak tüketilen yiyecekler mide kanseri riskini artırırlar. Bununla birlikte domuz pastırması, jambon ve işlenmiş etler gibi nitritli ve nitratlı yiyecek tüketilmesi de mide kanseri riskini artırır. Çok miktarda kırmızı et (özellikle ızgara) da mide kanseri riskini artırır. Diğer taraftan bol miktarda meyve ve sebze (domates, havuç, patates) mide kanserine karşı koruyucudur.

Sigara Kullanımı: Sigara içenlerin içmeyenlere göre mide kanserine yakalanma riski iki kattır.

Geçirilmiş Mide Ameliyat Hikâyesi: Mide kanseri riski, daha önce herhangi bir mide ameliyatı geçirmiş insanlarda artmıştır. Bu ameliyatlardan mide kanseri ile ilişkisi en iyi bilinen mide ülserleri için yapılmış ameliyatlardır. Mide ülser ameliyatlarında, midenin bir kısmı (ülserli kısım) çıkarılır ve sindirim sisteminin devamını sağlamak amacı ile çoğu zaman ince barsakla mide arasına yeni bir yol açılır. Mide ameliyatından sonra normalde ince barsaklarda olan safra ve pankreas sıvıları mideye doğru geri kaçabilir. Safra ve pankreas sıvıların mideye geri kaçması sonucu nitrit üreten bakterilere karşı koruyucu olan mide asit seviyesi düşer. Bu olaylar sonucunda mide kanseri gelişme riski artar. Genel anlamda risk mide ameliyatından sonraki ilk 20 yılda en yüksektir.

Mide Polipleri: Mide polipleri, mide duvarından kaynaklanmış, yüzeyden kabarık oluşumlardı. Bunların çoğu iyi huyludur ve kanserle ilişkisi yoktur. Ama adenomatöz denilen mide polip çeşidi prekanseröz yani kanser başlangıcı olabilirler.

Ailesel Kanser sendromları: Herediter (kalıtsal) Nonpolipozis Koli ve Ailesel Adenomatöz Polipozis Sendromları buna örnektir. Bu kalıtsal hastalıklarda mide kanseri riski hafifçe artmıştır. BRCA1 ve BRCA2 olarak adlandırılan genlerdeki mutasyonlarda mide kanseri riski artmıştır. Eskiden BRCA1 ve BRCA2 genlerindeki mutasyonların sadece meme ve yumurtalık kanseri ile ilgili olduğu düşünülmüşken bu gün mide kanseri ile de ilişkili olduğu biliniyor.

Aile Hikayesi: Eğer ailenizde veya akrabalarınızda mide kanserine yakalanan birisi varsa sizde de mide kanseri görülme riski artmıştır.

Irk: Mide kanseri dünyanın bazı bölgelerinde daha fazla görülmektedir. Mide kanseri özellikle Japonya, Kore, Latin Amerika ve Batı Avrupa’nın bazı kesimlerinde sıktır. Bu muhtemelen diyet ve helikobakter enfeksiyonu ile ilişkilidir. Bu ülkelerde tütsülenmiş, tuzlanmış, salamura yapılmış yemek kültürü vardır.

Pernisyöz Anemi: Kırmızı kan hücresi (alyuvar = eritrosit) eksikliğine anemi denir. B12 vitamin eksikliğinde oluşan anemiye pernisyöz anemi denir. B12 vitamin eksikliğinin belli başlı 3 nedeni vardır:

1- Midenin intrinsik faktör üretiminde problem vardır.

2- İnce barsakta B12 vitamini yeterince emilemiyordur.

3- B12 vitamini içeren gıdalar yeterince alınmıyordur.

Midede intrinsik faktör üretimindeki probleme “atrofik gastrit” adı verilir. Atrofik gastritte, midede intrinsik faktör salgılayan bezlerde ileri derecede körelme vardır. İntrinsik faktör, ince barsaklardan B12 vitaminin emilimi için gereklidir. İntrinsik faktör olmadan alınan yiyeceklerden vitamin B12 emilemez.

Atrofik gastrit mide kanseri ile ilişkilidir. Atrofik gastrit ve pernisyöz aneminin genetik olarak yatkın insanlarda daha çok görüldüğü bilinmektedir. Helikobakter Pylori enfeksiyonunda, troid hormonlarının az çalışmasında ve mide asidini baskılayan ilaçları uzun süre kullananlarda da atrofik gastrit gelişebilir.

Atrofik gastrit ve pernisyöz aneminin beraber olduğu hastalarda mide kanseri riskinin 3 kat artığı görülmüştür.

Helikobakter Enfeksiyonu: Midesinde helikobakter pilori enfeksiyonu olan kişilerde mide kanseri gelişme riski daha yüksektir. Helikobakter pilori ile mide kanseri arasındaki ilişki ilk defa 1983 yılında ortaya kondu. Bundan yaklaşık 10 yıl sonra (1994) uluslar arası kanser çalışma grubu helikobakteri kanserojen olarak ilan etti. Bu dönemde hastaların takibi ile yapılan 3 çalışmanın ortak analizi ile helikobakter pilori enfeksiyonu olan hastalarda mide kanseri gelişme riski 4 kat artmış olarak bulundu. Bundan başka değişik yöntemlerle birçok çalışma yapıldı. Bu sonuçlara göre en iyimser tahminlerde bile mide kanserlerinin gelişmiş ülkelerde %31’i gelişmekte olan ülkelerde %51’i helikobakter pilori enfeksiyonu ilişkilidir. Bu da mide kanseri vakalarının yaklaşık olarak üçte birine helikobakter pilori enfeksiyonunun yol açtığını düşündürür. Bununla birlikte midesinde helikobakter pilori enfeksiyonu olan birçok hastada mide kanseri gelişmez. Araştırmalar genetik faktörlerin hastalığa yakalanmada etkin rol oynadığını düşündürtmektedir.

Helikobakter pilori enfeksiyonun midede sebep olduğu bir başka tümoral oluşum mide lenfomasıdır. Hatta mide lenfomasının ile helikobakter pilori enfensiyonu ilişkisi, mide kanseri ile helibakter pilori enfeksiyonu arasındaki ilişkiden daha belirgindir. Helikobakter pilori enfeksiyonu tamamen bitirildiğinde malt lenfomanın gerilediği, hatta tamamen kaybolduğu bildirilmiştir.

Kan grubu: Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte kan grubu A olan kişiler, mide kanserine yakalanma açısından diğer kan gruplarını taşıyanlardan daha fazla risk altındadırlar.

Şişmanlık: Aşırı kilolu olmak bazı kanser türlerinde riski artırır. Mide kanseri bunlardan biridir.

Mide Kanseri Nedir

Kanser tüm dünyada ölümlerin en sık nededir. Dünya sağlık örgütünün 2007 verilerine göre tüm dünyada 7.9 milyon kişi kanser nedeni ile hayatını kaybetmiştir. Bu rakam tüm ölümlerin yaklaşık %13’ünü oluşturmaktadır. Dünya sağlık örgütünün tahminine göre 2030 yılında kanserden ölecek hasta sayısı 12 milyon olacaktır.

Mide kanseri, kanser ölümlerinde erkeklerde akciğer kanserinden sonra 2. sırada, kadınlarda meme ve akciğer kanserinden sonra 3. sıradadır.

İnsan vücudu mikroskopla görülebilen hücre dediğimiz parçalardan oluşmuştur. Hücreler vücudumuzu oluşturan en küçük yapıtaşlarıdır. Tüm organlar hücrelerden oluşur. Kas ve sinir hücreleri dışında vücudumuzdaki tüm hücrelerin bölünebilme yeteneği vardır. Yaraların iyileşmesi, vücudun büyümesi ve çeşitli sebeplerle ölen hücrelerin yenilenmesi hep hücre bölünmesi ile olur. Ama hiçbir normal hücre sonsuz bölünmez. Sağlıklı bir hücrenin bölünmesi ancak vücudun ihtiyacı kadardır.

Kanser tek bir hücreden başlar. Kanser hücresi kontrolsüz ve hızlı şekilde bölünmeye başlamış anormal hücredir. Normal bir hücrenin tümör hücresine dönüşmesinde birçok ara basamak ve etken vardır. Bu değişim, kişinin genetik faktörleri ile dış etmenlerin (radyasyon, kansorojen maddeler, bazı enfeksiyonlar vb.) etkileşmesinin sonucudur. Böylece kontrolsüz ve hızlı bölünen hücreler ortaya çıkar ki bu aşırı bölünme ile sayıları artan anormal hücreler (kanser) birikerek tümör dediğimiz kitleleri oluştururlar. Bu kontrolsüz bölünen hücreler etraf dokulara ve organlara yayılabilir, onları sıkıştırabilir hatta görevlerini yapamaz hale getirebilirler. Kanserli hücrelerin başka doku ve organa sıçradığı bu olaya metastaz denir. Metastaz kanser ölümlerindeki ana sebeptir. Kanserli hücreler kan dolaşımına ya da lenf dolaşımına girerlerse vücudun içersinde seyahat edebilirler ve bu dolaşım yardımıyla vücutta kanser ile temas etmemiş herhangi bir yerde ortaya çıkabilir. Bu olaya ise uzak metastaz denir.

Kanserler oluşmaya başladıkları organ ve mikroskop altındaki görünüşlerine göre sınıflandırılır ve adlandırılırlar. Farklı tipteki kanserler, farklı hızlarda büyürler, farklı yayılma biçimleri gösterirler ve farklı tedavilere cevap verirler. Bu nedenle kanser hastalarının tedavisinde, var olan kanser türüne göre farklı tedaviler uygulanır.